Getting your Trinity Audio player ready... |
Bu durumda, sınıf mücadelesi yok mu, sorusunu sorduğunuzu duyar gibiyim?
Bu ülkede işçi sınıfı yoktur diyenlerin durumuna düşmeyeceğiz. 15-16 Haziran Direnişi ile Türkiye’de İşçi Sınıfının varlığını kabul etmiş, kendine devrimci, solcu, sosyalist diyenlerin olduğunu biliyoruz.
Elbette sınıf mücadelesi vardır. Ve olmaya da devam edecek. Parababaları sınıf çıkarları doğrultusunda hareket ederek sınıf mücadelesini, ellerindeki büyük güçle (TV, Gazete gibi) İşçi Sınıfımızın ve halkımızın görmesini engelledikleri ortadadır.
İşkolu barajı, yetki tespiti, çoğunluk tespitlerine itiraz hakkı gibi işçilerin örgütlenmesini ve sendikalaşmasını engelleyici patronlardan yana yasal mevzuatımız var. Açılan işe iade, tazminat ya da sendikal davaların uzun sürmesi; patronların keyfiliğinin denetlenmemesi ve yaptırım uygulanmaması işçileri mücadeleden uzak tuttuğunu kabul edelim.
Bir engellemede sınıf mücadelesi içinde olmayan ama mücadele verdiğini düşünenlerde geliyor. Kendilerinin olmadığı hiçbir mücadeleyi kabul etmiyor, görmüyor duymuyor, destek vermiyorlar. Kabul edilecek bir durum değildir.
Tabiki sendikalara karşı yaşanılan güven sorununu da unutmuyoruz.
Ama Che ne demişti. ‘Kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin.’
Başında söyledim kimse kızmasın.
İşçiler, örgütlenmeye ve sendikalaşmaya karşı önyargılı. Yukarıda saydığımız haklı gerekçeler olabilir ama örgütlenmekten, mücadeleden kaçışın bahanesi olmaz.
Kaçışın adı “bir benle bir şey olmaz”, oluyor.
Anlatmak istediğim şudur. Bir benle bir şey olmaz düşüncesi, işçilere yaşadıklarını dile getirtmiyor, anlattırmıyor. Ve mücadeleye girmesini engelliyor. Ama o işçiler, sorunlarının başkaları tarafından görülmesini ve çözülmesini bekliyor. Bu bazen sendikalar, bazen siyasi partiler, bazen gazete, TV’ler oluyor.
Pandemi sürecinde işçiler işten atıldı, ücretleri kesildi. Yoğun risk altına çalıştırıldılar. Çalıştıkları fabrikada, işyerlerinde arkadaşları pozitif çıktı, öldü. Ve işçiler o işyerinde vardiyasına gitti, çalıştı. Ama Pandemi süresince ne gibi sorunlar yaşadınız sorusuna işçiler kendi yaşadıklarını değil, başka işçilerin yaşadığı sorunları anlatıyorlar. Yani kendilerini izole ediyorlar.
Kargo işçisi 12 hatta 14 saatlik zorlu çalışma koşullarını ve günde 1 bilemediniz 2 maskeyle çalıştığını anlatmadı.
Market işçisi yemek yemeye dahi zaman bulamadan çalıştığını söylemedi.
Posta dağıtım işçisi lüks siteye virüs girmesin diye kendisine bir virüslü gibi davranılarak garaj kapısından içeri alındığından yaşadığı onur kırıcı davranışı hiç dile getirmedi.
Çok sayıda Koronavirüs vakası çıkmış bir fabrikada işçilerin çalışmak zorunda bırakılmasını o fabrikanın işçileri anlatmadı. Karantina altına alınması gereken fabrikada virüse yakalanan işçilerin yerine yeni işçilerin alındığını işçiler hiç söz etmedi. Karantinada ki işçilerin karantina süresi dolmadan işe çağrılmasını, bunu reddedenlerin işten atılmasını hiç konuşmadılar.
Tekstil işçisi Aysel hamile olduğu için, Hasan Usta kalp krizi geçirdiği için işten atıldıklarından hiç söz etmedi.
Asgari ücretle çalışan bir işçinin ayın sonunu nasıl getirdiğini kendisinden başka kimse daha iyi anlatamaz. Onlar da anlatmıyor.
Ve işçiler, üyesi olduğu sendikaların satış sözleşmelerini “bir benle birşey olmaz” diyerek kabul ediyor ve bir sır gibi kendine saklıyor. Ve biz daha neleri duymadık, bilmiyoruz.
Demem o ki işçiler, hak gasplarını, işverenlerin yasa tanımaz, hukuksuz, işçi çalıştırmalarını işçiler üzerinde ki baskıları kendileri anlatmadığı sürece sorunlar duyulmaz. Duyulmayınca da çözüm olmaz.
İşçilerin yaşadıklarını, mücadelesini anlatacak gazetesi, televizyon kanalları yoktur. Bir tek üretimden gelen güçleri vardır. O güçte örgütlü olunca anlam ifade eder. Örgütlülük yoksa kendilerinin olduğunu düşündükleri de yanlarında yer almaz.
Üyesi olduğu sendikası sahip çıkmaz. Oy verdiği partisi kapısından içeri almaz.
Çünkü işçiler ne sendikalarda nede oy verdikleri partiler içinde vardır.
Bir yanlış anlaşılma olmasın. İşçilerin yaşadığı haksızlıkları, baskıları bireysel dile getirmelerinden bahsetmiyorum. Örgütlü bir davranışın olması gerektiğini ifade ediyorum. Ve şunu iddia ediyorum sadece “bir benle bir şey olmaz” diyen işçiler bir araya gelse hak gaspı diye bir şey kalmaz. Sınıf bilinci oluşmadan hiçbir şeyin değişmeyeceğinin de farkındayım elbette. Değişimi sağlayacak ve işçileri bir araya getirecek olan sınıf sendikacıları ve işçilerin partisi olacaktır.
Şunun altını çizmek istiyorum. İşçiler, örgütlenmeyi ve sendikalaşmayı kendilerinden bağımsız bir kurum olarak görmek istiyor. Nasıl mı?
Şöyle ki, bir sendika var, orada örgütün bir parçası görevli kişiler var ve o kişiler işçilerin haklarını arıyor yada araması gerekiyor.
Ne zaman?
İşçinin hakkı gasp edildiğinde. Eğer o kişiler hakkı gasp edilen işçileri görmez ise zaten sendikalar işçilere sahip çıkmaz. Böylelikle haklı çıkmanın gururunu yaşıyor. Ve biraz daha uzaklaşıyor kendi öz örgütünden.
Abartılı mı geldi?
Sendikalara hiç gitmezler ya da sendikaların onları görmesini mi beklerler diyorsunuz? Bilmem.
Ama şunu bilirim. Sendikacılara, sendikalara kızmakla hak gasplarının önüne geçilmiyor, sorunlar çözülmüyor. Unutmayalım ki işçiler örgütlenmenin ve sendikalaşmanın öznesidir. İşçiler olmazsa sendikalar olmaz, örgütlülük olmaz.
İşçiler sendikal mücadele içinde olmadığı sürece sarı sendikal anlayış daha fazla güç kazanacak. İşçiler kaybetmeye devam edecek.
Ve bilirim ki, örgütsüzlüğün adı daha fazla sömürü, daha fazla hak gaspı, daha fazla işsizlik ve ucuz işgücü demektir.
Şunu da belirtmeliyim ki işçiler, sendikal mücadeleden çok daha fazla siyasetten uzak duruyor.
İşçilerin hak araması, işgücünün karşılığını istemesi, davamız ekmek davası demesi siyasetin ta kendisidir. Ama işçiler, işçiler siyaset yapmaz diye akıl dışı bir söylemin arkasına giderek kendilerini siyasetin dışında tutuyor.
Bu anlamda, işçiler siyasi arenada oy vermekten öteye gidemiyor. Siyasetin içinde belirleyici olmadığı için sınıf mücadelesinin bir ayağı eksik kalıyor.
İşçi olmayan, işçilikten uzaklaşan sendikacıların sendikaların yönetimde olması ve sendikaların yönetiminde işçilerin ve söz haklarının olmaması sınıf mücadelesindeki en büyük eksikliği oluşturuyor.
Bundan dolayıdır ki gündemden hiç düşmeyen kıdem tazminatının gasp edilmesi bugün konuşuluyor.
Başladığımız gibi bitirelim. Sınıf mücadelesinde en büyük eksiklik işçilerin kendilerini mücadelenin dışında görmeleridir.
Mehrali Yücedağ