Getting your Trinity Audio player ready... |
Sosyal demokrasinin Marksizm’in derinliklerinden beslenerek geldiğini, evrensel ilkelere sahip olduğunu düşünüyoruz. Sosyal demokrasi emekten, eşitlikten, adaletten, dayanışmadan, insan haklarından, yani kısaca temel hak ve özgürlükten yana, katılımcı demokrasiyi savunur ve birlikte üretip hakça paylaşmaya, örgütlülüğe, saydamlığa ve sürekli yeniliğe inanır.
Sosyal demokratlar bu düşünceleri sadece söylemde bırakmazlar. İnançlarını, düşüncelerini, söylemlerini özümser, yaşamıyla bütünleştirir ve hayata geçirir. Demokratlık bunu gerektirir.
Bütün bunlar sosyal demokrasinin “olmasa olmaz” bir koşuludur. Bu nedenle sosyal demokrasi belli kalıplar, belli ilkeler ve belli görüşler bütünü değildir. Bunun için her toplumun kendilerine özgü bir sosyal demokrasi anlayışlarının olabileceğini düşünmekteyiz. Dolayısıyla ülkemizdeki sosyal demokrasi kültürünün doğup serpilmesini sosyolojik nedenler gereği, batıdaki süreçleri yaşamamış olmakla birlikte, “endüstri öncesi, endüstri ve endüstri sonrası” olarak toplum biçimlerini bir arada içermekte, biraz esnek bir yorumla var olabileceğine inanmaktayız. Ancak; yine de sosyal demokrasi “bireye ve ülkeye özgü” koşulların yumağına dönüştürülerek tanınmaz hale getirilmemelidir. Bu perspektiften hareketle, sosyal demokrasinin “olmazsa olmaz” koşullarının ötesinde “olursa olmaz” koşullarını öncelikle dikkate almak, parti içi mücadelede kanatlar açısından propaganda ve ajitasyonda serbestlik, eylemde birlik ilkesini uygulamak gerekmektedir. Demokrasinin uzlaşı kültürünü içimize sindirmek durumundayız.
Sosyal demokrasiyi “yerel-ulusal” koşullara göre esnetirken, evrensel ilkelerini korumak, onları göz ardı etmemek zorundasınız. Onun bağımsızlıkçı, emekten, eşitlikten, adaletten, temel hak ve özgürlüklerden yana yapısını somut koşullara kurban etmek, sosyal demokrasi düşüncesinin kendi ellerimizle tahrip etmek, yok etmek demektir. Örneğin; bireysellik, tek adam düşüncesi gibi otoriter anlayışların hâkim olduğu yerde, şovenizmin, ırkçılık, mezhepçilik ve ayrımcılık öne çıkar. Bunların olduğu yerde sosyal demokrasinin varlığından söz edilemez. Nerede kollamacılık, yolsuzluk, usulsüzlük varsa orada, sosyal demokrasi anlayışı yok, yozlaşma ve dejenerasyon var demektir.
CHP’de yıllardır yaşanan kongreler süreci ve yaşadığımız genel ve yerel seçimler bizlere çok ilginç gözlemler yapma olanağı sağladı. Öncelikle örgütümüzün beklentisi olan iktidar olma ihtiyacına cevap verebilecek yeni bir delege sistemine ve siyasetin adam kayırmacılıktan, bireycilikten, yolsuzluk ve usulsüzlüklerden arındırılmasının gerekliliğine dair görüş ve tezler oluşturdu.
Geniş halk kesimlerinde egemen olan düşünce “CHP’nin, amblemi olan altı okun temsil ettiği Atatürk’ün ilkelerini savunamadığı, özellikle Kılıçdaroğlu döneminde de sadece günü kurtarmak amacı ile demokrasinin sigortası olan laiklik ilkesini esneterek siyaset yaptığıdır.
Parti yöneticilerimizin genellikle AKP’nin bizzat tırmandırdığı yapay gerginlikler karşısında proje üretmeden halkın yaşamını birebir etkileyen ekonomik-demokratik gelişmelere ışık tutacak politikalar üretememesi halkta oluşan bu düşünceyi güçlendiren en önemli faktördür.
Artık birilerinin güdümünde, onların ekmeğine yağ süren, başkalarının eteğinden tutunarak siyaset yapma alışkanlıklarımızdan kendimizi kurtarmalıyız. Bir an önce yüzümüzü halka dönmeli, soyut tartışmalardan kurtulmalı, somut sorunlara halkçı çözüm önerileri sunmalı, bu öneriler çerçevesinde halkı da örgütleyecek politikalar geliştirmeliyiz. Bu anlamda; özgün düşünen örgüt emekçilerinin bir araya gelerek partimizin “Devrimcilik ve Halkçılık” ilkelerini temel alarak yeni bir kanat oluşturma gereksinimi kaçınılmaz olarak görüyorum. Bu kanat İstanbul’dan doğup bütün Türkiye’ye yayılacak. Bu hareket hiçbir şahıs ve kişinin ismiyle anılmayacağı gibi, halkın ve toplumun beklentileri doğrultusunda projeler üretecek, partimize yeni ufuklar açacaktır. Sosyal demokrasinin büyümesi, yükselmesi böyle ilkeli düşünceler yumağından oluşacak kanatların var olmasıyla olabileceğine inanıyoruz.
Özetle bu sunuş yazımızda, dost ve arkadaş toplantılarında sıkça saptanıp da kitleler huzurunda dile getirilmekten ve kâğıda dökmekten çekinen bir soruna “CHP’nin halktan, halkın sorunlarından uzaklaştığı, sağcılaştığı” ve “azınlıkta olanların parti içindeki çoğunluğu” konusuna açıklık getirdik. Bu görüntü ile %20 oy oranı ile %80 çoğunluğa rağmen iktidar olunamayacağı bilincinden hareketle, gelecekteki beklentilerimizi de ortaya koyarak hareket etmeliyiz. Partimizin kapısını, bütün sivil toplum örgütlerine, aydınlara, devrimci demokratlara kısaca tüm bölgelerin insanlarına eşit bir şekilde açmak zorundayız. Ancak bunu yapabildiğimizde iktidar olabileceğimiz 1974, 1978 genel seçimlerinde ve 1989 yerel seçimlerinde defalarca ispatlandı. Tarihten ders almak, somut gerçeklere uygun hareket etmek, toplumun bütün kesimlerini kucaklamak zorundayız. İşte bizim yapmak istediğimiz budur. İktidar ola bilme yolunda partinin büyümesine gerekli katkıyı sunmak durumundayız. Yoksa çeşitli bahanelerle, parti içindeki statükoyu korumak amacıyla, partimizin büyümesine katkı sunanlara cephe açmakla hiçbir yere varılmaz.
Partinin büyümesini benimseyen bir anlayış olarak ülkemizde var olan seçmen çoğunluğuna rağmen, parti içinde egemen olmanın çok şey ifade etmeyeceğini ortaya koyarak, eleştiri yapmaktan kaçınmadık.
Bu küçük incelemenin bazı konularda partili dostlarımızı aydınlatabileceğini ve düşüncelerine katkı sağlayabileceğini umuyoruz.
Saygılarımızla