Hepimizin bildiği bir atasözüdür:
“ Bir deli kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramaz.”
Televizyondaki tartışma programlarını izlerken, hışımla odaya giren özgür aklımdan okkalı bir küfür yedim!
Küfür direk bana, algıya kapılmış giden bana… yakın akraba yok.
– Senin kafatasının taslağını……..!!!
Çok yaratıcı ve uyarıcı bu küfürden sonra bir hışımla televizyonun önünden geçti, karşımdaki koltuğa oturdu. Derin bir offf çektikten sonra:
– Aloo ! Hadi bir deli kuyuya bir taş attı. Aslında o deli değil kurnaz akıllı. O kırk akıllı da, yani kırık kıt akıllı da birine-birilerine yaranmak, reyting veya para için atlıyor karanlık kuyuya . Seninle bunları kaç kere konuştuk. Seni biraz yalnız bırakıyorum hemen satıyorsun beni!..
Azar yiyen çocuk gibi başım önde ama içimde bir taraftar olma isteği… hemen sanal alemde bu “taş” konusunda bir şeyler yazma isteği beliriverdi. Yalan yok, şeytanî dürtü yok değil!
Derken, özgür aklım daha bir sakin ses tonuyla:
– Sana bir soru… Tamam, bu öyküde bir deli, bir taş ve kırk-kırık-kiralık akıllı var. Peki ya kuyu? Hiç düşündün mü? Bu kuyunun özelliği ne? Ne kadar derin? Dibinde su var mı? Vs….
Ben kekeleyerek ki zaten biraz takılma da vardır dilimde. Yani tam bir kekemelik durumda:
– Kuuuuuuuyyuu yuuu işşşşşteeee!
Özgür aklım babacan, ermiş bir tavırla elini başımın üstüne koydu. Beynim nefes aldı sanki. Beynimdeki kiracı akıllar bir anda yok oldu.
Kendi kendime fısıldayarak :
– Aman tanrım kuyudayım! Karanlık, susuz ve boş bir kuyunun içindeyim. Kuyudan çıkmam lazım! dedim.
Başımı kaldırdım. Özgür akıl görünürde yoktu. Beynimden bir ses geldi.
– Bir yere gitmedim. Buradayım kiracılar buraya epey hasar vermişler. Tamir etmeye çalışıyorum. Sen bir çay yap hele tavşan kanı olsun.
Mutfağa giderken, kuyunun etrafında kırk-kırk-kiralık akıllı gördüm. Hiç yüz vermeden yanlarından geçtim!
Yorumlar kapalı.