Lütfiye’nin, hasretle beklediği yaz sonunda gelmişti. Sakin, bulutsuz, yıldızlar altında bahçede arkadaşlarıyla muhabbet yapmayı özlemişti. Yarın sabah bahçenin tadını çıkartmanın ne güzel olacağını düşünerek uyumuştu. Sabah damda yağmurun çıkardığı gürültüleriyle uyandı.
İşte ümit dedi. Ülkemizin de içinde yer aldığı kuzey yarı kürede yaz mevsimi 21 Haziran günü başladığını unutuyordu veya unutmak istiyordu. 21 hazirana kadar ilkbahar mevsimiydi. Üstelik Düzce, bu sebepten haziran ayı içinde yağışa müsait bölgelerde biriydi. Yağmur yağması çok normaldi.
YAĞMURLA DANS EDEN AĞAÇ YAPRAKLARI
Lütfiye odasının penceresini açtı. Soğuk ama tatlı bir esinti yüzüne esti. Başını biraz daha uzattı. Yüzüne vuran yağmur damların serinliği, yüzünü okşamasını hissetti.
Yine gökyüzünü gri bulutlar kaplamıştı. Hava oldukça kasvetliydi. Yaz öncesi ilkbaharın son çırpınışlarıydı.
Ağaçların yemyeşil yaprakları hafif rüzgarla dans ediyor, melankoli yüklü yağmur sesi onlara eşlik ediyordu.
Tulumbanın önünde küçük havuzun üzerine yansıyan ışıklar sakin suda oynaşıyorlardı. Bu havuzdan gözünü alamıyordu. Adata büyülenmiş gibi gözü takılı kaldı.
-İyi ki suları dün eve taşıdım. Bütün gün yağsa bile, tulumbadan su çekmek zorunda değilim, diye, içinden mırıldandı.
Bahçenin çimenleri, yağmur parıltısı ile, gözlerini kamaştırıyordu. Bahçe duvarını gözden saklayan mor leylakların kokusu ve etrafa yayılıyordu. Bahçede ağaçlar arasından kalan çimenlerin arası rengârenk tomurcuk ve çiçeklere bürünmüştü. Açmaya hazırlardı.
Birden aklına ağustos böceği geldi. Sabahın erken saatlerinde çiftleşme için gece gündüz demeden ötmeleri aklına geldi. “Keşke hiç olmazsa geceler sussalar” diye, içinden söylendi.
DOĞALLIĞI İÇLESTİREN AHŞAP EVLER
Çevredeki doğallığı içselleştiren ve içinde yaşayanlara tam anlamıyla hissettirebilen bir yapı oluşturmuş, görünümü iç açan alanda; Lütfiye ve ailesi öne ve arkasında yemyeşil bir bahçesinin içerisinde bulunan iki katlı bir evde oturuyordu. Girişte holde açık renkli ince bir halı bulunuyordu. Sağ tarafında elişi ahşaptan yapılmış ayakkabılık vardı.
İçeri girdiğimizde hemen sağ tarafta kuzine bulunan oturma odası vardı. Mutfakta oturma odasının içindeydi. Ahşap görünümlü mobilyalar ve raflar vardı. Üzerine özel örtü dikilmiş, çiçekli bir kumaştan, çapraz konulmuş iki sedir göze çarpıyordu. Yemek masası sağ köşeye yaslanmıştı. Masanın üzerinde pembe bir kumasın üstüne, el işi motiflerle işlenmiş bir örtü ve bu güzel örtüyü üstünde içerisi kır çiçekleri ile dolu bir vazo süslüyordu.
Odaya girer girmez, kır çiçeklerin keskin kokusu duyuluyordu. Yerde kahve rengi hafif bir halı göze çarpıyordu.
Duvara monte edilen ahşap rafın üstünde radyo vardı ve iki adet camları temizlenmiş, gaz lambası gözüküyordu.
Bu odanın arkasında Günlük sütlerin kaynatıldığı ve yağ ve çerkes peynirinin yapıldığı bir alan bulunuyordu. Tel dolap ve erzak dolapları sağ tarafta yer alıyordu. Tel dolap, yemekleri dışarıdaki böcek, sinek, haşarattan korumaya yarıyordu. Yiyecekler turşu, reçel, kavurma yapılarak saklanıyordu. Burada Tezgâh kurulmuştu. Tezgâhın üstündeki duvara sergenin üstündeki raflarına tabak ve tencere konulmuştu.
MİSAFİR ODASI
Evin girişi sol tarafta odada ise üstünde minderler yaslanmış divan vardı. Divanın üstüne ucunda dantel olan kanaviçe işlenmiş beyaz örtüler özenle kaplanmıştı.
Ortada kırmızı renklere hâkim halının üstüne camdan sehpa vardı. Üstünde bakır dan küllük vardı. Külünün yanında yaygın şık tabakta misafire tutulmak üzere sigara paketleri vardı.
Divana karşı, cam sehpanın etrafında dört adet koltuk gözüküyordu. Kolluklarının yan tarafı ve arkalığı ahşap, oturma yeri deri kaplıydı.
Her odada var olan gömme dolap diğer odalara göre kapakları oymalarla süslü olduğu göze çarpıyordu.
Lütfiye misafire ayrılan bu odayı hafta bir gün girer temizlerler tozunu alırdı.
Üst katta üç yatak odası ve banyo ve tuvalet vardı. Banyo ve tuvaletin en üstünde elle doldurulan büyükçe tank göze çarpıyordu. Yan taraflarında raflarda günlük kullanılan Havlular üstü üste konulmuştu.
Yatak odaları çok sade döşenmişti. Kırmızı renkli kilimlerle Gömme dolapların içinde elbise, döşek ve yorganlar bulunuyordu. Her odada korkulukları pirinç işçilikli karyola ve altında somya bulunuyordu. Karyolanın iki kenarına uçları dantel, kanaviçelerle süslenmişti. Lütfiye, yatak örtüsü örtüldüğü zaman gözükmeyen, bu kenarlıklara bir anlam veremiyordu ve kendi odasında kullanmıyordu. Yatakları kenarlarında iki küçük komedin göze çarpıyordu.
Olmazsa olması oymalı çeyiz sandıkları köşede yerini alıyordu. Her odada ve hollerde monte edilmiş kısa düz ahşapların üstünde gaz lambası bulunuyordu. Her sabah gazdan çıkan dumanın is yaptığı fanus temizlenir, aksama hazır hale getirilirdi.
YAZIN KEYFİ BAHÇEDE ÇIKAR.
Bütün gün yağan yağmur ardından büyük beyaz bulutların arasından güneş ara sıra görünüyor, ıslak çimenleri ve toprağı kurutmak için kendini gösteriyordu. Toprak yağan yağmurun ardından bıraktığı nefis kokusunu yağarken, hafif esinti ağaçların dallarını sağa sola sallıyor, dalların yaprakların kımıldatarak dans ettiriyordu.
Ağaçları seyrederken bir sincap ağaçtan ağaca atladı. Dünyanın sevimli canlılarından olan sincap eline aldığı fındığı yemek için, iki ayağı üzerinde dikilip yemesini seyretti. Bir şeyler yerken sincabı seyretmek muhteşemdi.
Ağaç diplerinde oluşan doğal kır çiçekleri, başını eğer gibi sallanırken, aralarında dolaşan kedi, sinsice kuşları izliyordu.
Karıncalar harekete geçmiş, yuvalarına yiyecek doldurma peşinde var gücüyle çalışmaya başlamışlardı.
Evin önü ve arkası bahçe idi. Evin yan kısmında iki ahır ve kümes vardı. İki atları ve bir inek beslerlerdi. Her sabah çoban ineği alır, yaylağa çıkarırdı.
Tavuklar bütün gün ön bahçede keyfince dolaşırlardı. Böcek avcılığı yaparlardı. Ön bahçede kiraz ağacı ve dut ağacı vardı. Onların gölgeliklerine ahşaptan masa ve iskemleler olurdu. Zaman zaman bahçe şenlenir muhabbet yapılır, çerkes oyunları oynanırdı. Yazın toplanan tütünler, iplere dizilir ve kurutulurdu. Sonbaharda ise mısır taneleri koçanlarından ayırılırdı. Evin sağ tarafı uzunca fındık ağaçları süslerdi. Arkada ise yine çeşitli meyve ağaçları bulunurdu.
Bahçede ahşaptan yapılmış masanın etrafına iskemle çıkartarak, bazen semaverle çay, yanında Haluj yenirdi. Yemek sonrası büyükler, Türk kahvesi içerlerdi. İkram edilen bol köpüklü ‘Türk Kahvesi’ çiğ çekirdek olarak alınırdı. Özenle bakır tavalarda kavrulur, el değirmenlerinde çekilir ve taze taze, kahve fincanlara konularak içilirdi.
ÇERKES GÜZELİ LÜTFİYE
Lütfiye; pürüzsüz omuzlarına dökülen uzun sarı saçlarının arasında kalan sevimli, benzersiz yüz hatlarına sahipti. Yüzüne baktığında, seni kendine çeken yeşil renkli gözlerindeki ışığı, kar tanesi gibi beyaz düzgün dişlerini, hafiften göstererek gülümseyen dudakları ve ince narin düzgün fiziği ile göz dolduruyordu.
Lütfiye anne, babası, dede ve ninesiyle geniş aile olarak yaşam sürüyorlardı. Güzelliği kendi köyünün dışında nam salmıştı. Henüz 17 yaşında, iki kardeşin tek kız kardeşiydi. Erkek kardeşleri üstüne titriyordu ve aralarındaki bağ çok güçlü ve sevgi doluydu.
ÇERKES SÜRGÜNÜ
21 Mayıs 1864; 300 yıl süren Kafkas – Rus savaşlarının sona ermesi ve Kuzey Kafkas halklarının sürgüne zorlanmasının başlangıç tarihidir. Modern tarihin en büyük kitlesel soykırımdan biri olan Çerkes sürgününde binlerce kişi ölmüştür. Bu tarihten sonra Çerkes toplulukları dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardır.
Lütfiye’nin büyük dedesi ve amcası, iki kardeş, Karadeniz’de günlerce gemide sıra beklemişti. Yanlarına aldığı erzaklar, diğer kişilerle bölüşmüşler. Bir süre sonra aç, yağmur ve çamur içinde, buldukları yerlere sığınarak, geminin gelmesini beklediler. Gemiler, daha fazla para kazanmak için gemiye tıka basa insan dolduruyorlardı. Bu nedenle yolda ölenler ve bazen de gemi batmasıyla ölüm kol geziyordu.
Liman can pazarıydı. Her gün hastalıkta insanlar ölüyordu. İki kardeş, ellerinde satın aldıkları yiyecek torbasıyla, yanaşan gemiye üşüsen insanlarla birlikte itiş kalkış, birbirlerini takip ederek, güvenli bir yer bulmaya çalıştılar.
İki kardeş birbirlerine yan yana sokulmuş, kaderlerinin kendilerini nereye götüreceğini bilmeden, sessiz, suskun ve yorgun ama umutla Karadeniz’in azgın dalgalarında yalpa vuran gemide, ihtiyacı olanlara koşuyorlardı. Zor şartlar altında her gün ölümleri vuku bulduğu gemi yolculuğu, sonunda Samsun limanında son bulmuştu.
Toplu olarak, Düzce’ye İstanbul ve İzmit Sancağı üzerinden karayolu ile Rumeli’nin yukarıda bahsi geçen limanlarından gemilere binerek Kefken ve Akçakoca kıyıları vasıtasıyla gelmişlerdir.
İki kardeş, iki farklı çerkes köyüne yerleştiler ve kök saldılar.
DÜGÜN TELAŞI
Temmuz gelmiş, Her hafta bir düğün telaşı için Lütfiye hazırlanıyordu. Cuma akşamında başlayan düğünler, pazar günü, öğlenden sonrası saat üç gibi bitiyordu.
Abisi Zeki yakışıklı erkekti. 1.80 boylarında, her zaman parlayan siyah çizmeleri giymiş, ayağında dar bir pantolon, üstüne beyaz dik yakalı beyaz gömlek ve yelek giymişti. Yeleğin cebimden köstekli saatin zinciri sarkıyor ve yeleği süslüyordu. Beline kuşağı bağlamıştı. Kuşağın yan tarafına silahını yerleştirmişti.
Lütfiye; ye seslendi. “Öğlen ben sizi düğüne götürürüm. Siz hazır olun”. Diyerek, dizginleri sol eliyle avucunun içine aldı ve elleriyle eyerin her iki yanına tutunarak kendini yukarıya doğru çekerek, atın sırtına bir hamlede oturdu. Lütfiye abisini ne zaman ata binerken görse ondan daha görkemli birini görmediğini düşünürdü.
Lütfiye “Kızlar hiç de haksız değil, abim çok yakışıklı” diye kıkırdadı. Zeki özenle taranmış kumral saçların geriye attığı zaman, yeşil yosun gözlerinin içi gülerdi. Hele kasketinin altından gülümseyerek, kızların gözlerine bakıp, hafiften gülümseyip, hafiften başını sağlayıp, selam verdiğinde, çok heybetli gözükürdü.
Her iki abisini de çok severdi. Ama küçüğü ile aralarında üç yaş fark vardı. Birlikte oynayarak büyümüşlerdi. Onu daha farklı severdi.
Arkadaşı Ayşe’ye bir saat içinde hazır olarak, bahçeye gelmesi gerekiyordu. Haber vermek için bahçe kapısını açtı.
Yoldan bir erkek geldiğini gördü. Başını öne eğip, önünden geçmesi bekledi. Çerkes erkeği abisini sordu. Düzgün çenesini sağ omuzuna indirdi. Mahcup bakışlarıyla “bir saat içinde evde olacak “diyerek, gülümsedi.
Ayşe yarım saat içinde yanındaydı.
Dizlerinin altında sarı bir elbise giymişti. Üst tarafı v yakalı, eteğin altın kloştu. Uzun saçlarını arkaya tokayla tutturmuştu.
Lütfiye uzun sarı saçlarını açmış, saçları beline kadar uzanıyordu. Üstüne beyaz mavi küçük yuvarlak benekleri olan, üstü karpuz kollu ve yakalı beline oturmuş, vücut hatlarını ortaya çıkarak, ayak bileklerinin biraz üstüne kadar uzanıyordu. Elbiselerinin etekleri rüzgârla dalgalanıyordu.
Sonunda abisi gözükmüştü.
Abisi, düğünün yapıldığı çerkes köyünde yaşayan amcasının evine, kızları bıraktı. Siz kızlar amcamda kalın, biz erkeklerde Mustafa’nın, evinde kalacağız “diyerek, amcasının elini öptü ve arkadaşlarıyla buluşma gitti.