Advert
Faik BULUT
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazarlar
  4. Nakşi şeyhlerinin 1907 Bitlis İsyanı

Nakşi şeyhlerinin 1907 Bitlis İsyanı

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Akademisyen Sedat Ulugana’nın “Kürt-Ermeni Coğrafyasının Sosyopolitik Dönüşümü: Halidiler, Hamidiyeliler, Bedirhaniler ve Taşnaklar (1908-1914)” isimli kitabını (İletişim yay., 2022- İstanbul) okuyorum bugünlerde.

Akademisyen-yazar Sedat Ulugana'nın ilgili kitabı.jpg

Bu çalışma, aşina olduğum ancak ayrıntılarını yeterince bilmediğim olayların sosyopolitik/dinsel boyutlarına ilişkin oldukça kapsamlı bilgiler içeriyor.

Ulugana (Adilcevaz-Bitlis-1985 d.), son zamanlarda ciddi konuları ezber dışı bir yöntemle ele almayı başaran “genç kuşak” Kürt araştırmacılarından biri.

“Ağrı Kürt Direnişi ve Zilan Katliamı”, T”arih İçinde Konya’daki Kürtler”, “Kürdün Üç Hali: Direniş, Katliam ve Sürgün”, “Şiddet Yüzyılı İçinde Dört Sınırdaş Aşiret: Hesenan, Cibran, Pencinarân ve Xweyti” gibi eserlere imza atmış.

Elimdeki kitabında ilgimi çeken pek çok konu bulunuyor. Halidi Kürt şeyhleri ile din adamlarının o bölgedeki Ermeni, Ezdî ve yabancı misyonerlere yönelik kanlı şiddet olaylarındaki rolü, herkesin bilmesi gereken bir husus örneğin.

Bu konuyu başka bir fırsatta ele alacağım. Bu yazımda sizlerle paylaşmak istediğim; Bitlis çevresindeki Nakşibendi tarikatı şeyhlerinin şehir merkezindeki kitlesel bir isyana öncülük etmeleridir.

Amacım; Müslüman Kürtlerin dini merkezi sayılan, bir anlamda bölgesel ölçekte Vatikan işlevi gören Bitlis ve muhitindeki aşiret, toplum, fikir ve inanç dünyasında bu olayların nasıl bir rol oynadığını bir kez daha gösteriyor.

Bitlisli olması nedeniyle yöre insanlarıyla konuşup bilgi toplamasının yanı sıra, çok sayıda yerli-yabancı kaynağa dayanarak ezber bozan değerlendirmeler yapan Ulugana, 1907 Bitlis İsyanı’nı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne (İTC) ve aynı tarihte meydana gelen şiddetli depreme bağlayan görüşleri eleştirerek işe koyuluyor:

Ulugana’ya göre işin esası şöyledir:

Bugüne kadar İTC’ye atfedilen 1907 Bitlis Ayaklanmasını, 1907 kışında yaşanan şiddetli depremle bağlantılı bir huzursuzluk olarak işleyen yaklaşımlar; yerelin ilişki ağı, yapısı ve asabiyesine (yakın kan bağı ile bağlı olan akrabalık ilişkileri, kabile-kavim, dinsel-mezhepsel-etnik bağlılığa/aidiyete dönüşen sosyal ilişkiler ağı-FB) yoğunlaşmadığı için, bahsedilen kitlesel başkaldırıya dışsal bir bakış açısıdır…

Ve devam ediyor:

Baskı ve ekonomik sömürüye karşı duyulan derin hoşnutsuzluk, bu zaman diliminde yörede toplumsal tabanı olmayan İTC’nin organizasyonu değildi.

1907-Bitlis Depremi, Meşrutiyetin ilan edilmesine vesile olmuştu.jpg
1907 Bitlis Depremi, Meşrutiyet’in ilan edilmesine vesile olmuştu

 

Peki, nedir sebep?

Yazarın tespiti şudur:

Dönemin devlet yazışmalarından anladığımız kadarıyla 1903’te meydana gelen deprem, bölgeyi yerle bir etmişti. Gönderilen yardım malzemelerinin meçhul kişilerce çalınmasının hemen ardından Bitlis Valisi Hüsnü Paşa şaibeli bir şekilde ölmüştü. Yerine tayin edilen Ferit Paşa görev başına giderken Ermenek Zeki isimli bir baş komiseri de yanına almıştı.

İddiaya göre bu ikili, gelir gelmez bazı yolsuzluklara karışmışlar. İlkin Belediye Başkanı İbrahim Ethem Efendi’yi görevden alıp Mamuretülaziz’e (Elazığ’a) sürmüşler ve rüşvet ağını şehirde olağan hale getirmişler.

Ermenilere dönük şiddet, Hamidiye Alaylarına isnat edilen soygunlar ile Hıristiyan göçü alıp başını gitmişti. Asayiş sorunu öyle bir hal almıştı ki, bazen Bitlis şehir merkezi dışına çıkabilmek bile cesaret isteyen bir eyleme dönüşmüştü.

Vilayet yollarının yapılması, yolcuların güvenliği ve kıtlıktan dolayı açlıkla cebelleşen ahali için kendisinden defalarca daha fazla ödenek istenmişse de bütçe yetersizliğini gerekçe gösteren vali, halkın bu tarz taleplerini reddetmişti.

Ama yol güvenliğini sağlamak amacıyla kolluk kuvvetlerinin görevlendirmesinden daha pahalı olan telgraf sistemini Sason, Talori ve Kulp Dağlarındaki en ücra askeri üslere kadar götürebilmişti.

Bu da onun tamamen Ermeni devrimciler ve Kürt aşiretlerine yönelik güvenlik kaygılarına sahip askeri nizamı öne çıkaran bir yönetici olduğunu gösteriyordu. İddiaya göre: Kırklı yaşlarda olan vali, o güne kadar İstanbul’da yaşamış, hayatında ilk defa taşraya çıkmıştı ve valilik görevinde tecrübesizdi.

Mart 1907’de Bitlis, şiddetli bir depremle tekrar sarsılmıştı. Raporlara bakılırsa, kentteki 4000 evden 3000 kadarı yerle bir olmuştu. Konağını kaybeden vali ise inşa ettiği barakada görevini ifa etmekteydi.

Bitlis depremi sonrası halk galeyana gelmişti. Kaynak-bitlisnâme.jpg
Bitlis depremi sonrası halk galeyana gelmişti / Fotoğraf: Bitlisnâme

 

İşte hoşnutsuzluk ve isyan da böyle bir ortamda başlamıştı. Ayrıntılarını Ulugana’nın kitabından aktarıyoruz:

22 Haziran 1907 sabahı, Kufrevi şeyhi Abdülbaki ve diğer şeyhlerin öncülük ettiği kalabalık bir grup valiyi protesto etmek üzere şehir merkezine (valinin kaldığı barakanın önüne) gitti.

Aslında bu ilk protesto değildi. Mayıs ayında yine büyük bir kalabalık vali konutunun önünde toplanıp paranın değerinin düşürülmesini protesto etmişti.

O gün çarşı pazar kapanmış; hatta Ermeniler, ‘Yine katliam olacak!’ diye evlerine çekilmişlerdi. Ancak Müslüman göstericiler, Ermenileri de ikna edip daha sonra protestoya katmışlardı.

Vali, o zamanki kalabalığı dağıtmayı başarmıştı. Ama bu defa başaramayacaktı. Zira şehrin yanı sıra çevre köy ve kasabalardan da binlerce kişi o gün Bitlis’e akın etmişti. İddiaya göre göstericilerin sayısı Ermeni ve Kürtlerden müteşekkil kadınlı erkekli 10 bin kişi kadardı.

Bitlis kumandanı Celal Paşa, her ne kadar kalabalığı sakinleştirmeye çalışmışsa da başaramadı. Onun aktardığına bakılırsa, eli sopalı binlerce kadın ve erkek Vali Ferit Paşa’nın barakasına zorla girmeye çalışmıştı.

Ortalıkta hiçbir polis ve askerin olmaması da durumu son derece manidar kılmıştı. Barakadan çıkmayı başarıp garnizona doğru kaçmaya çalışan vali ve yakın adamı polis baş komiseri Ermenek Zeki, yolda göstericiler tarafından tekrar kıstırılıp linç edilmişlerdi.

Ermenek Zeki sopa darbeleriyle öldürülmüş, bu esnada vali belinden çektiği revolver tabanca ile bir göstericiyi katlettikten sonra kanlar içinde garnizona sığınmıştı.

Kalabalığı yönlendiren (Nakşibendi) şeyhler daha sonra telgrafhaneyi işgal etmiş, hiçbir telgraf alışverişine izin vermemişlerdi. Valiye gönderilen şifreli birkaç telgrafı da derhal yok etmişlerdi. Bu arada İstanbul’a, merkezi hükümete taleplerini içeren telgraflar çekmeye başlamışlardı.

Ermeniler de bu sırada boş durmamış; ‘Valinin Adamı’ olarak gördükleri murahhasın (Ermeni cemaatinin devlet nezdindeki temsilcisi-FB) evinin önünde toplanmışlardı. Murahhas, birkaç Ermeni eşrafı Komutan Celal Paşa’ya teslim ederek, garnizondaki valinin yanına götürmesini sağlamıştı.

İsyan sonrası kent merkezinde memurlar, zabitler ve polisler evlerine çekilmişlerdi. O esnada Telgrafhanedeki şeyhler ile dışarıda birikmiş binlerce kadınlı erkekli ahali, İstanbul’dan gelecek cevabı beklemeye başlamıştı. Zira valinin derhal görevden alınmasını içeren telgrafı, direkt Yıldız Sarayı’na, Padişah II. Abdülhamid’e göndermişlerdi.

Lakin bekledikleri cevap gelmedi. Şeyhlerin talebine cevap gelmeyince Belediye Başkanı Şaban Efendi İstanbul’a, Celal Paşa da Erzincan Dördüncü Ordu Kumandanı Müşir (Mareşal) Zeki Paşa’ya telgraf gönderdi.

Erzincan 4. Kolordu Komutanı M. Zeki Paşa, isyanı bastırmaktan son anda vaz geçmişti.jpg
Erzincan 4. Kolordu Komutanı M. Zeki Paşa, isyanı bastırmaktan son anda vazgeçmişti

 

Olaya son derece temkinli yaklaşan Zeki Paşa, gösterilerin ve göstericilerin niteliğini anlamak maksadıyla, şeyhlerin gözetiminde telgrafhanede bekleyen Celal Paşa’ya şu soruları iletti:

‘Göstericiler ayak takımından mı? Yoksa içlerinde ulema, şeyh ve eşraf var mıdır? Validen şikâyetleri yeni midir, değilse neden bugüne kadar bildirmediniz? Bunların dağılması için nasihat yapılmış mıdır? Neden ahalinin isteklerine aracılık edip telgraf gönderiyorsunuz? Lütfen Vali Bey ile birlikte ahaliyi sakinleştirip dağıtınız!

Ayaklanma devam ederken Müşir Zeki Paşa merkezi otoriteyle koordineli olarak Erzurum, Van gibi vilayetlerden asker toplayıp olaya müdahale etmeyi kararlaştırdı. Ardından Celal Paşa’ya bir telgraf çekti.

Celal Paşa, askeri müdahalenin işleri tamamen sarpa sardıracağını savunuyordu. Şehirdeki şeyhlerin çevre aşiretlerden silahlı güç temin edeceğini, bunun da istenmeyen büyük ölçekli bir isyan hareketini tetikleyeceğini belirtti.

Müşir Zeki Paşa ile Celal Paşa’nın karşılıklı restleşmeleri sürerken, çevre vilayetlerden toplanan birlikler Bitlis’e yaklaştılar. Bunu duyan şeyhlerin yardım istediği Hizanlı Seyyid Ali, atlı birlikleriyle şehre gelip beklemeye başladı.

Vilayetin diğer muhitlerindeki aşiret reisleri de haber gönderip gerek görüldüğü takdirde kente yardım edebileceklerini söylediler.

Bitlis kumandanı Celal Paşa, Erzincan’daki Zeki Paşa’yı askeri müdahale fikrinden caydırmak için Ermeni fobisini şu şekilde kullandı: ‘Allah korusun, Ermeni fesadesi şu günlerde iyice azmış. Fırsattan istifade ederek galeyan çıkarabilir. Bu da en fazla Erzurum, Van ve Muş’u etkiler.’

Bu korkutma işe yaramış olacak ki Mareşal Zeki Paşa, halkla çatışmasını önlemek gayesiyle askeri birliklerin şehre girmeden Taşhan denilen mevkide beklemesini emretti.

Durumun vahametini idrak eden merkezi otorite (İstanbul hükümeti) de olaydan birkaç gün sonra şeyhlerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Vali Ferit Paşa’yı görevden alıp yerine bölgeyi iyi tanıyan Trabzon Valisi Arnavut Tahir Paşa’yı gönderdi.

Bitlis’teki İngiltere Konsolosu Bertram Dickson, İstanbul Hükümeti’nin kararını, “Ayaklanan Kürtlere karşı Saray’ın boyun eğmesi!” olarak görmüştü.

7 Temmuz 1907’de Vali Tahir Paşa’nın gelmesiyle birlikte olaylar yatıştı. Vali, şehirdeki askeri birlikleri geri gönderdi. Ancak şeyhlerin tedirginliği devam ediyordu. Son bir kez toplanıp tutuklanma ve hapsedilme ihtimaline karşı birbirlerine söz verdiler, yemin ettiler.

Bu sefer de şeyhler ile eşraf takımı, rüşvet yiyen eski Vali Ferit Paşa’ya haraç kabilinden verdikleri paraların peşine düştüler.

1900'lü yıllarda Pencinaran aşiretine bağlı Mala Fero ve Kêjan kabile kadınları. Facebook.jpg
1900’lü yıllarda Pencinaran aşiretine bağlı Mala Fero ve Kêjan kabile kadınları / Fotoğraf: Facebook

 

Bu hususta şikâyetçiler çoğaldıkça vilayetin muhtelif yerlerinden sürpriz isimler de peyda olmaya başladı. Eski yolsuzluk defterleri tekrar açıldı. Öyle ki Hizanlı Seyyid Ali ve Pencinarân aşiret reisi Bişarê Çeto gibi namlı isimler de sürece dâhil oldular.

İngiliz Konsolos B. Dickson’un aktardıklarına bakılırsa:

Seyyid Ali, daha önceki faaliyetlerinden ötürü yargılanmamak için eski valiye 800 sterlin değerinde Osmanlı lirası, Bişarê Çeto ise askeri operasyon ve takiplerden kurtulmak için 700 sterlin değerinde meblağı valinin adamlarına vermek zorunda kalmıştı.

Cemilê Çeto'nun fotoğrafı ve karikatürü. Kaynak-.itlisname.com_.jpg
Cemilê Çeto’nun fotoğrafı ve karikatürü / Görsel: Bitlisname

 

Öte yandan Bitlis’teki halk isyanı, birkaç ay içinde vilayet genelinde domino etkisi yaratmıştı. Mayıs 1908’te Genç Sancağındaki hükümet konağının önüne giden Müslüman ahalinin, şiddet ve yolsuzlukları neden göstererek şehri terk etmesini istediği Mutasarrıf Hüsamettin Bey, derhal yöreden uzaklaştı.

Bitlis’in yanı başındaki Huyut’ta ise daha vahim gelişmeler yaşandı. “Ağnam” (koyun) vergilerinin ağır olduğunu öne süren aşiretlerin kovduğu nahiye müdürü ile jandarma kumandanı Çerkes Ali Bey, bir gece aniden Bitlis merkeze gittiler.

Aykut Kansu'nun 1908 Devrimi isimli kitabı.jpg

Birkaç gün sonra Bitlis valisi; şeyh ve mollalardan müteşekkil bir heyeti Huyut’a göndererek müdürün görevine tekrar dönmesi için aşiretleri ikna etmelerini sağladı. Şeyhler ise, ahaliyi dört günde zar zor ikna edebilmişlerdi.

Genç ve Huyut’a kıyasla vilayetin diğer bölgelerinde durum daha sakindi. Ancak bu defa da halk kıtlık ve arkası kesilmeyen soygunlar yüzünden adeta açlığa mahkûm edilmişti.

Konsolos yardımcısı A.S. Safrastiyan, bazı tanıklık ve gözlemlere dayanarak şunları yazıyordu:

Muş Ovasındaki köyler neredeyse tamamen boşaldı. İnsanlar kırlardaki bitkileri toplayarak beslenebilmekteler. Vilayetin muhtelif yerlerinden kitleler halinde göç eden aç ve perişan haldeki Ermenileri de kendi gözlerimle gördüm.

Garzan muhitinde ise soygunlardan dolayı tahıl trafiği neredeyse durma noktasına gelmişti. Atmanakan aşireti, Bitlis Vilayetindeki kıtlık için Diyarbakır’dan tahıl getiren kervanları soymuştu. Bu vaka, tek başına vilayet genelinde tahıl fiyatlarının birkaç kat artmasına sebep olmuştu.

Van’daki İngiltere Konsolos yardımcısı iken gözlemlerde bulunan Kaptan (Yüzbaşı) Bertram Dickson’un ilgilisine gönderdiği rapor, durumun vahametini açıkça gösteriyor:

Bu bölgedeki Kürtlerin devlete karşı hisleri olumsuzdur… Bölgedeki devlet otoritelerine uzak oldukları gibi hiçbir devlet şeklini kabul etmiyorlar. Yine de duyumlarıma göre bu ayaklanma tamamen valinin kişiliği ve Hıristiyan veyahut reaya (uyruk/yönetilen/en alttaki) Kürt fark etmeksizin, insanların çektikleri acılara kayıtsız kalmasıyla alakalıdır.

Zira Ermenilere yapılan zulüm daha çok konuşulsa da, bu bölgede devletin ve zengin-kudretli aşiret Kürtlerinin elinde acı çeken birçok reaya (yönetilen/maraba, alt katmanı) Kürt de var…

(Bkz. Kaptan Dickson’dan Kraliyet Büyükelçisi Sir O’Conor’a, 6 Temmuz 1907, Bitlis. A.L.P. Burdett, Records of the Kurds: Territory, Revolt and Nationalism: 1831-1979, cilt 4, Cambridge Archive Editions-Cambridge University Press, 2015)

Pencinaran aşiret milisleri.jpg
Pencinaran aşiret milisleri

 

Bu bilgileri kitabında ayrıntılı bir biçimde kaydeden Akademisyen-yazar S. Ulugana, önemli bir tespit yapmaktadır, paylaşalım:

Bu ayaklanma hareketi, şeyhlerin vilayette asıl aktörler olduğunu bir kez daha göstermişti. Kendileriyle uzlaşmayan yöneticilere hayat hakkı dahi tanımayacaklarını (eski) Vali Ferit Paşa ile Baş komiser Ermenek Zeki’yi linç ettirerek göstermişlerdi.

Şeyhler validen sadece uzlaşma eksenli bir ilişki değil, kendi yaşam tarzlarına yakın bir hayat sürmesini talep etmişlerdi.

Örneğin onlara göre valinin fessiz ve uygunsuz kıyafetlerle kendilerini karşılaması, alkol tüketmesi ve yağmur duasına çıkmaması, o geldikten sonra vilayette tırmanışa geçen evlilik dışı ve erkekler arası cinsel ilişki vs valinin görevden alınmasına gerekçe oluşturuyordu.

Şeyhler, ayaklanma sürecini profesyonelce yönetmişlerdi. Genel adaletsizlik ve hoşnutsuzluğu dile getirmişlerdi. Halkın dilinden iletilen bu taleplere göre açlık, asayişsizlik, rüşvet, tütün ve vergi gelirinin bir kısmını zimmete geçirme ve yollar yapılırken fakir fukaranın evlerinin yıkılması isyanın esas sebepleriydi.

Gelgelelim izleyen süreçte, şeyhler için asıl sebep ortaya çıktı: Vali, şeyhlerle uzlaşmamıştı; paranın değerinin düşürülmesi bu imtiyazlı şeyh zümresini zarara uğratmıştı. Vergi adı altında aynı kesimden fazla para almıştı.

Ferit Paşa, bu iddia ve ithamları reddetmişti. Mesela ‘halkın güvenliği uğruna çarık giyip aylarca eşkıya peşinde koştuk’ ve ‘Bitlis halkından bu muameleyi beklemiyorduk’ kabilinden savunma yapabiliyordu.

Bütün veriler, bu ayaklanmanın tek başına Meşrutiyet rejimine dönüş amaçlı yerel bir Jön Türk organizasyonu olamayacağını gösteriyordu. Konsolos Dickson’un iddiasına göre:

‘Erzurum’daki Jön Türk destekli isyancılar Bitlis eşrafına kışkırtıcı mektuplar göndermişlerse de Jön Türklere sempati duyma ihtimali yüksek olan kumandan Celal Paşa’nın halkla çatışmaktan kaçınması, bu anlamda isyancılarla devlet arasında arabulucu rolüne soyunması ve şehirdeki askerlerle polislerin ortalıkta gözükmemesi, bahsedilen ayaklanmanın bir Jön Türk hareketi olduğunun kanıtı sayılamaz…’

Dönemin Ermeni devrimcilerine gelince, her ne kadar 1907’de Sason ve Muş ovası gibi vilayetin muhtelif bölgelerinde etkin olsalar da Bitlis kent merkezindeki Halidi şeyhleri ve onlara bağlı eşraf takımını valiye karşı bir ayaklanmaya sevk edebilecek kadar yasal ağları yoktu. Sünni halkla diyalog kurabilecek imkânlara da sahip değillerdi…

1906-1907 Vergi ayaklanmalarından bir görüntü.jpg
1906-1907 Vergi ayaklanmalarından bir görüntü

 

Halk başkaldırısı ile yöneticilerin yolsuzlukları, bir anlamda rüşvet ve hatta haraç, salma ayarındaki ağır vergiler alınması arasındaki neden-sonuç ilişkisi, günümüzdeki bozuk düzeni de hatırlatıyor.

Demek ki ünlü filozof Sakallı Celal (1886-1962) , Pir Sultan Abdal’a atfedilen şu ünlü deyimi “bozuk düzende sağlam çark olmaz” sözünü tekrar etmekte haklıydı ve bugüne kadar da yanılmadı. Ol nedenle şu dörtlüğü yazmıştı:

Tanzimat ilan ettik, olmadı.
Meşrutiyet ilan ettik, olmadı.
Cumhuriyet ilan ettik, olmadı.
Yahu biraz da ciddiyet ilan etsek!

 

 

Ek kaynakça:

1. Aykut Kansu, 1908 Devrimi, İletişim yayınları, 1995. Bilhassa “1906-1907 Vergi Ayaklanmaları: 1908 Devrimi” başlıklı ikinci bölüm. Çankaya Üniversitesi https://psi203.cankaya.edu.tr.
2. Fransız Dışişleri Bakanlığı belgelerinden aktaran, Ûmer Sami Coşar, “Çakırcalı Mehmet Efe: 7,” Milliyet, 2 Haziran 1973.
3. L’expulsion du vali de Bitlis,” Pro Armenia, 5 Temmuz 1907.
4. “Les Musulmans contre Hamid,” Pro Armenia, 20 Mayıs-5 Temmuz 1907.
5. Sir Nicholas O’Conor’dan Sir Edward Grey’e, Tarabya, 4 Temmuz 1907, “Further Correspondence Respecting the Affairs of Asiatic Turkey, No.9305, s.19 içinde.
6. “Solidarite entre Armeniens et Turcs,” Pro Armenia, 20 Kasım 1907.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

Nakşi şeyhlerinin 1907 Bitlis İsyanı
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin