Haberlerde pahalılıktan şikayet eden her bir yurttaşı izledikçe,
Tezgahlardaki fiyatları gördükçe aklıma geliyor,
Pazarda alışveriş yapmanın, pazar esnafı ile sohbet etmenin,
Bir haftalık sebze, meyve ile eli kolu dolu eve doğru yürümenin bir keyfi vardı.
Bugün ise pazar tezgahlarında sebze ve meyve fiyatlarını görmenin,
Cebindeki paranın yettiği kadar gramla veya taneyle meyve, sebze almanın,
Bir el çantasını bile dolduramadan eve dönmenin hüznü ve çaresizliği yaşanıyor.
Çok değil 30- 35 yıl öncesi ile bugün arasında neden böylesi büyük bir farkı yaşıyoruz?
Dün dalından yediğimiz eriği, kirazı, elmayı,
Tarlasından topladığımız domatesi, salatalığı,
Bugün ithal etiketiyle tezgahlardan neden tane ile alabiliyoruz?
*
Yaşadığımız pahalılığa ve sorunlara gerekçe diye,
Dünyada kriz var demekle, aracıları, komisyoncuları suçlamakla…
Sütten çıkmış ak kaşık olmaya çalışmak beyhude…
Soruların yanıtını görmek için,
Neoliberalimle tanıştığımız 24 Ocak 1980 ekonomi kararlarını anımsamamız gerekiyor.
- Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış, KİT ürünlerinin fiyatları serbest bırakılmış, ara mallarında sübvansiyonlar kaldırılmış,
- Tarım ürünlerinde destekleme alımları sınırlandırılmış, gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış,
- Dış ticaret serbestleştirilmiş, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kar transferlerine kolaylık sağlanmış,
- İthalat kademeli olarak serbest bırakılmış, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile desteklenmiş…
Bu kararların Türkçesi;
- Devlet üretimden çekildi,
- Sanayide ve tarımda üretimi ve üreticileri desteklemeyi bıraktı,
- Üretmek yerine dışardan satın almalıyız denmişti…
*
Bu kararlar bana 80 yıl öncesini anımsatıyor.
Lord Courzon’un Lozan’daki sözünü doğrularcasına yardım isteyince ABD’den,
Heyetleri gönderdiler ülkemize,
Lozan’da ceplerine koyduklarını, raporlara yazıp koydular önümüze.
- Bugüne kadar uygulanan politika ve yapılanlar yanlıştır, terk edilecektir,
- Türkiye tarım ülkesidir, tarım üretimi ile kalkınacaktır,
- Sanayisi, tarımda kullanılacak tarım alet ve gereçleri yapacak, ara malı, inşaat malzemeleri ve gıda maddeleri işleyecek küçük ölçekte olacaktır,
- Diğer tüketim maddelerini üretmek pahalıdır, dışarıda ucuzdur. İthal edilmelidir,
- Kurduğunuz fabrikalar, kapatılacak ya da satılacaktır,
- Demiryolu yerine karayollarına ağırlık verilecektir,
- Devlet sanayiden ve ekonomiden çekilecek, yerli ve yabancı özel girişime (sermayeye) ağırlık verilecektir,
- Özel girişimin önündeki yasal engeller kaldırılacak, iç ve dış ticaret hukuku yeniden düzenlenecektir,
- Yapılacak yatırım ve hizmetler ABD şirketleri tarafından karşılanacaktır,
- Gerekli uzman, yönetici ve teknik personel ile kamu yönetiminde destek ABD’den sağlanacaktır,
(Hilts raporu 1948, Thornburg Raporu 1950, Barker Raporu, 1950…)
*
24 Ocak kararları ile başlayan süreçte özelleştirme diye satılmaya başlandı,
- Fabrikalar, Üretim Tesisleri, Çiftlikler,
- Enerji Santralleri, İletişim Sistemi, Limanlar,
- Demiryolları, Bankalar, Madenler…
RTE-AKP “babalar gibi sattık” diye övündüler,
Tüm varlıklarımızı yok ederken.
2004–2020 döneminde 62,3 milyar $,
Toplamda 70 milyar $’a yok ettiler,
Cumhuriyetin “Toplu Kalkınma” adına yarattığı tüm birikimimizi…
*
Satacak tesisler tükenince, borç milyon doları aşınca,
Hazinede de para kalmayınca,
Sıra geldi Topraklarımıza…
Yabancılara satıldı 18 yılda 115 milyon metrekare tarım toprağımız,
Verimli topraklarımız üstüne dikildi binalar, gökdelenler, AVM’ler…
Üretim yapacak ne toprak kaldı ne de çiftçi,
Dışardan satın almaya başladık sebzeyi, meyveyi…
*
100 yıl öncesinde Mustafa Kemal Atatürk’ün dile getirdiği,
- Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür.(1922)
- Çiftçilerimizin çabasıyla memleketimizin verimli tarlaları, birer bayındırlık kaynağı olacaktır. (1923)
- Devlet, temel unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek zorunluğundadır. Bunu kuvvetlendirmek de öyle sözle olmaz; kuvvetlenmesi arzuya lâyıktır, demekle de olmaz. Bilimin, tekniğin ve yüzyılın gerektirdiği araç ve gereçlere fiilen başvurmak gerekir. (1923)
Anlayışıyla kurulurken Türkiye Cumhuriyeti,
Üreten köylü Milletin Efendisi olarak kabul edilirdi.
Bugün ise,
Üretenlerin değil yönetenlerin milletin efendisi olduğu,
Üretmenin, alın terinin, emeğin yerine paranın geçerli olduğu,
Yabancı sermaye sahiplerinin sözleriyle yönetilen bir ülkede ve bir dönemde yaşıyoruz.
Yeni dünya düzeninde neoliberal ekonominin gereği,
Daha ekonomik, daha ucuz gerekçesiyle,
Yediğimizden, giydiğimize, kullandığımız her bir aletten araca kadar,
Dışardan satın alıyoruz.
Üreten değil tüketen bir millet ve tükenen bir ülke olduk.
*
Sözün sonu,
100 yıl öncesi yolun doğrusunu gösteren ve uygulayan Mustafa Kemal Atatürk’ten;
“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden
Rahat yaşamak isteyen toplumlar;
Evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini
Daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”