|
Getting your Trinity Audio player ready... |
SOLMEDYA – Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik bunalım artık “yanlış yönetim”, “kötü kadro”, “yanlış faiz” gibi teknik tartışmalarla açıklanamayacak kadar derin bir noktadadır. Kriz, dönemsel bir dalgalanma değil; doğrudan kapitalist düzenin yapısal çelişkilerinin bir sonucudur. Bu nedenle sol, bugünkü durumun basit bir ekonomik bozulma değil, düzenin kendi sınırlarına çarpması olduğunu söyler.
Bu makale, Türkiye’de kapitalizmin neden kronik bir krize saplandığını ve solun bu krizi nasıl analiz ettiğini öğretici bir çerçevede ele alıyor.
- Yapısal Bir Çöküş: Türkiye Kapitalizmi Neden Tıkanıyor?
Türkiye’de sermaye düzeni kırk yıldır aynı modele yaslanıyor:
Ucuz emek – yüksek borç – dışa bağımlı üretim – sıcak para.
Bu model artık duvara tosladı. Çünkü:
- Türkiye, düşük teknoloji ve ithalata bağımlı bir üretime sıkıştı.
- Büyüme, üretim artışıyla değil borçla şişirilen tüketimle sağlandı.
- Ücretler sürekli bastırıldıkça iç talep çöktü, şirketler kâr oranlarını koruyamaz hale geldi.
- Dış borç ödemeleri ve döviz ihtiyacı ülkeyi kırılganlaştırdı.
Solun en temel tespiti şudur:
Bu kriz “yanlış ekonomi yönetiminin hatası” değildir.
Bu kriz tam da sermaye düzeninin kaçınılmaz sonucudur.
Kapitalist düzen, kâr için sürekli genişlemeye ihtiyaç duyar. Ancak genişleyemediğinde krize girer. Bugün Türkiye’de yaşanan da tam olarak budur: Bir genişleme sınırına dayanma krizi.
- Borç Ekonomisi ve Finansallaşma: Sahte Refahın Çöküşü
2000’li yıllar boyunca Türkiye ekonomisi, üretim gücünü artırarak değil, borçlanarak büyüdü.
Bu döneme literatürde “finansallaşma” denir: Reel sektör yerine finans sektörünün belirleyici hale gelmesi.
Finansallaşmanın sonuçları:
- Bankalar, şirketlere ve halka sürekli borç pompaladı.
- İnşaat sektörü ekonominin lokomotifi gibi sunuldu.
- Tüketim, ithalat ve kredi kartı borçları patladı.
- Üretim yerine rant ve spekülasyon ekonomisi gelişti.
Ancak bu “büyüme”, temeli olmayan bir büyümeydi. Kredi muslukları kısılınca gerçek görünmeye başladı:
- Borçlar çevrilemez oldu.
- Krediyle ayakta duran şirketler battı.
- Döviz krizi baş gösterdi.
- Yoksulluk hızla yayıldı.
Bu süreçte olan yine emekçiye oldu. Çünkü finansallaşmanın en önemli koşulu, emeğin ucuz ve güvencesiz hale getirilmesiydi.
Emeğin değersizleştirilmesi nasıl işledi?
- Asgari ücret sürekli eridi.
- İşçi hakları törpülendi.
- Sendikalaşma engellendi.
- Taşeron ve güvencesizlik olağan hale geldi.
Kısacası sermaye büyürken halk yoksullaştı. Solun öğretisi burada devreye girer:
Krizi doğuran da, bedelini ödeyen de emekçidir.
- Kriz Yöneten Değil, Kriz Üreten Bir Devlet
Türkiye’de devlet artık krizi çözmeye çalışan değil, krizi sürekli yeniden üreten bir aygıta dönüşmüştür.
Devlet politikaları neden krizi büyütüyor?
- Vergi düzeni tamamen emekçi aleyhine çalışıyor.
- Kamu kaynakları yandaş sermayeye aktarılıyor.
- Kamu bankaları siyasi projeleri fonluyor, ekonomiyi dengesizleştiriyor.
- Düzenleme ve denetim mekanizmaları tasfiye edildiği için piyasa kontrolsüz.
- Kamu harcamaları üretim yerine tüketime dayalı.
- Siyasi belirsizlikler ekonomik kırılganlığı artırıyor.
Bu yüzden kriz, bir “dış etki” değil, devlet-sermaye birleşiminin doğal sonucudur.
Türkiye’de devlet artık bir “hakem” değil, doğrudan sermaye sınıfının tarafı hâline gelmiştir.
- Solun Kriz Analizi Neyi Farklı Söyler?
Sol perspektif, krizin nedenlerini teknik tartışmalarla sınırlamaz.
“Sorun faizlerde mi?” diye sormaz.
“Sorun kim yönetecek?” diye de sormaz.
Solun temel sorusu şudur:
Bu düzen kimin çıkarına işliyor?
Solun krizi okuma biçimi üç temel noktada ayrılır:
- a) Kriz kişilerin değil, sınıf ilişkilerinin ürünüdür.
Yeni bakan, yeni danışman, yeni model…
Hiçbiri işe yaramaz. Çünkü sorun sistemdedir.
- b) Krizde yük hep aynı kesime bindirilir: emekçilere.
Zamlar → halka
Vergiler → halka
Enflasyon → halka
Kârlar → sermayeye
Bu adaletsiz bölüşüm, krizin gerçek fotoğrafıdır.
- c) Çözüm teknik değil, toplumsaldır.
Sol, krizi aşmanın yolunu şurada görür:
Emeğin örgütlü gücünü büyütmek, düzeni değiştirmek.
Sonuç: Kriz Bitmeyecek, Çünkü Sistem Tükenmiş Durumda
Türkiye’de kriz geçici değildir.
Çünkü sistemin kendisi artık krizi üretmektedir.
Solun görevi bu düzenin çelişkilerini teşhir etmekten ibaret değildir; aynı zamanda yeni bir toplumsal düzenin tohumlarını atmak, halkın gücünü örgütlemek ve emeğin çıkarlarını temel alan bir dönüşümü mümkün kılmaktır.
Bugün artık geniş kesimler şunu görüyor:
Bu krizden çıkış, bu düzen içinde mümkün değildir.






