1. Haberler
  2. Gündem
  3. Cıvık devlet’

Cıvık devlet’

“Ulus devlet”, parça pinçik edilmek istenen emekçi halkın bölünmeye karşı önemli silahlarından biridir. Sömürü ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir düzende eşitsizlikleri ortadan kaldırma mücadelesi için gelişkin bir zemin sunmaktadır. Ve en önemlisi, “ulus devlet”, her gerçek devrimci hareketin başat meselesi olan siyasi iktidarın ele geçirilmesi açısından açık-net bir zemin sunmaktadır.

Advert
featured
service
0
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Advert
Getting your Trinity Audio player ready...

Kemal Okuyan

“Ulus devlet”in tanımında bugüne kadar anlaşılamadı, bu saatten sonra hiç imkan yok.

“Önce uluslar vardı sonra onlar kendilerine ait ve diğer ulusları ya da etnik toplulukları dışlayan devletler kurdu” diyenler “ulus devlet”in uluslaşma süreçlerinde üstlendiği rolü ıskaladılar.

Bir devletin çatısı altında yaşayıp hep birlikte yurttaş olmanın bütün ulusal çelişkileri çözdüğünü sananlar ise sorunun çok katmanlı yapısını hafife aldılar.

En acıklısı, “ulus devlet”in bir egemen ulusun başka ulusları baskılamasına verilen ad olduğunun sanılmaya başlanmasıydı. “Ulus devlet”in etnik açıdan homojenlik arayışı olduğunun düşünülmesi de bu tuhaflığın bir başka versiyonuydu.

Bugün “ulus devlet” olduğu tartışmasız bir biçimde kabul gören ülkeler birbirinden o kadar farklı ki, buradan ortak bir tanıma ulaşmak son derece zor.

Birleşik Krallığın dahi ulus devletler arasında sayılabildiğini unutmayalım.

Tam bir karmaşa ve bu karmaşa kavramın ilk ortaya çıktığı 17. yüzyıldan bu yana yaşanan alt üst oluşların eseri.

Bugün ise sorunu karmaşıklaştıran, her kavramın olduğu gibi, “ulus devlet”in de “kimlikçi” bir bağlama yerleştirilerek tartışılması.

Sınıf gerçeğinin yanından dolaşınca, sınıf çelişkilerinin yerine başka şeyler konunca, emperyalizm olgusunun tarihsel ve güncel ağırlığı hesaba katılmayınca işler gerçekten karışıyor.

Her devlet, sınıfsal bir egemenliğe denk düşer, o egemenliğin hizmetindedir.

Bütün kapitalist ülkelerde, devlet hangi biçimi alırsa alsın, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda yapılanmıştır, bunun tartışılacak bir tarafı yok.

Sosyalist devrimler, doğal olarak bu ilişkiyi kıran altüst oluşlardır; sermayenin egemenliğine son veren işçi sınıfı kendi egemenlik aygıtını yaratmak durumundadır.

Peki bu mücadelede “ulus devlet” savunusu nereye denk düşüyor?

Emekçi halk uzayda, boşlukta mücadele etmez. Başka ülkelerdeki ezilen sınıflarla, devrimci hareketlerle dayanışıp işbirliği yapmak, tanımlanmış bir ülkede iktidar mücadelesi vermenin önünde bir engel değildir. Üstelik “yurtsuz” bir mücadele enternasyonalist değildir; köksüzdür, kimseye bir yarar getirmez.

Ama daha ötesi var. “Ulus devlet”, iktidarın, hukukun, yurttaşlık tanımının tekleştiği bir biçimdir. Devletin sınıfsal karakteri ve bunun sonucunda ortaya çıkan derin eşitsizlik ve adaletsizlikler bu tekliğin emekçi halk açısından yarattığı muazzam imkanları ortadan kaldırmaz.

Burada sömürünün kağıt üzerindeki “kuralları” ya da kuralsızlığı bellidir, zaman içerisinde kaybedilen mevziler ne olursa olsun, “ulus devlet” işçi sınıfının birliğini ve hedef-amaç disiplinini sağlamak açısından büyük imkanlar sunar.

Tek bir örnek verip geçelim, belli aralıklarla gündeme gelen “bölgesel asgari ücret” önerisi aslında birleşik ve tek pazara dayanan ulus-devletin temel özelliklerinden birisinden kurtulma amacını taşıyan bir patron hamlesidir. Bu hamleye itiraz etmek ya da bu hamleyi savuşturmak, işçi sınıfının durumunda bir düzelme yaratmaz ama işçi sınıfının birlikte hareket etme yeteneğini daha da zayıflatacak bir operasyonun başarısızlığa uğratılması anlamına gelir.

Peki, zamanında yükselen kapitalist sınıfın çıkarları doğrultusunda şekillenen “ulus-devlet” şimdi neden onun için bir ayakbağına dönüşüyor?

Her şeyden önce tek tek ülkelerde sermaye sınıfının “ulus-devlet”e dönük yaklaşımında ciddi farklılıklar olduğunu söylemeliyiz. Güçlü emperyalist ülkelerin başka “ulus-devlet”leri dağıtmak ya da gevşetmek için süreklileşmiş bir çaba içinde olduğu ortada. Bununla birlikte, bu ülkeler dahil olmak üzere, birçok devlet, “ulus-devlet”in kendilerine rekabette avantaj sağlayan bazı yönlerini terk etmeme uğraşı içinde.

Beri yandan, “ulus-devlet” yalnızca bir sınıfsal egemenlik aygıtına indirgenemeyeceği için ve aynı zamanda tek bir yurttaşlık tanımına dayanarak eşitlikçi bir perspektife meşruiyet sağladığı için bütün kapitalist ülkelerde istenmeyen bir fazlalık durumuna düşmüştür.

Çok uluslu tekellerin dünyasında sermaye hareketleri alabildiğine özgürleşirken, çok hukukluluk bir kurala dönüşmeye başlamış, emeğe dönük saldırıların neredeyse tamamı “ulus-devlet”i içeriden ve dışarıdan kemirmiştir.

Altını tekrar çiziyorum, her devlet bir sınıfsal egemenlik aygıtıdır ama bir tarihsel olgu olarak “ulus-devlet” sınıfsal bir aygıta indirgenemez.

Öncesine bakalım… Ne vardı eski çağda? Feodallerin ayrıcalıkları, parçalanmış ve “yerel” hukuk, mülkiyete dayalı “yurttaşlık” tanımı, kamusal alanın dinsel kurallarla şekillenmesi…

Burada ezilenlerin bölük pörçük isyanlar dışında durumu değiştirme şansları yoktur, dağınık ve çaresizdirler.

“Ulus devlet”, parça pinçik edilmek istenen emekçi halkın bölünmeye karşı önemli silahlarından biridir. Sömürü ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir düzende eşitsizlikleri ortadan kaldırma mücadelesi için gelişkin bir zemin sunmaktadır.

Ve en önemlisi, “ulus devlet”, her gerçek devrimci hareketin başat meselesi olan siyasi iktidarın ele geçirilmesi açısından açık-net bir zemin sunmaktadır.

Yıllardır parlatılan yerelleşme, yönetişim, komünalizm gibi kavramların ortak noktası sömürüye karşı mücadeleyi zorlaştırmaları, hatta imkansızlaştırmalarıdır. İktidarın parçalılığı, işçi sınıfının mücadelesinin de parçalanması, odak noktasını yitirmesi ve takat kaybetmesi anlamına gelir.

Vergi ve ücret politikalarının, bütçenin, eğitim sisteminin, yargı ve polisin ademi-merkeziyetçi bir yaklaşımla yapılandırıldığı bir ülke daha demokratik olmaz, kazanan her zaman zengin sınıflardır.

Az önce vurguladığım gibi, güçlü emperyalist ülkeler “ulus devlet”lerden, daha hızlı hareket etmek ve hegemonyalarını tesis ederek kaynaklara daha kolay el koymak için kurtulmak istiyorlar. Bu açıdan “hedef” olan ülkelerin egemen sınıfları da bir yandan ellerindeki pazarlık kozu ve rekabet aracı olan “ulus devlet”i korumaya çalışırken diğer yandan emeğe saldırmak için onu tahrip etmektedirler.

Bizim coğrafyamızda bu curcuna “sıvılaştırılmış devlet”ler yaratmaktadır. Lübnan böyledir, Filistin tamamen böyledir, Irak böyledir, Suriye böyledir.

Tom Barrack’ın “ulus devlet”i tukaka ilan edip sonra özerklik ve federasyonu da uygunsuz bulmasının nedeni bu “sıvılaştırılmış devlet”in bir model bile olamayacak kadar şekilsizleşmesidir.

Emperyalizmin ihtiyacı budur. Sınırlar belirsiz, hukuk belirsiz, iktidar belirsiz… Egemenlik o kadar bölünmüş ki, toplamı sıfır.

Buradan demokrasi çıkmaz, gericilik çıkar. Dahası buradan kurtuluş imkanı kalmaz.

Ulus-devlet ise çağdaş sınıf mücadelelerinin en önemli araçları için koşullar sağlar. Bölgesel değil, ulusal siyaset ve partiler; ulusal seçimler; genel grev; merkezi iktidar hedefi…

Dahası, ulus-devlet yeni bir düzeni kurmak için gerekecek ideolojik, siyasi, kültürel karakterin oluşumu açısından en “ileri” formdur.

Çok uluslu tekellerin emperyalist düzeninin bizlere layık gördüğü “sıvılaştırılmış devlet” ise emekçi halkın içinde tamamen kaybolacağı bir cıvık formdur.

Evet, hedeflenen “cıvık devlet”tir.

Dileyen bu cıvıklığı savunur!

Cıvık devlet’
+ - 0

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin