1. Haberler
  2. Sol Şerit
  3. Sosyalizm tarihinden portreler: Aziz Nesin

Sosyalizm tarihinden portreler: Aziz Nesin

"Aziz Nesin mücadeleci kimliği ile bizi sürekli çalışmaya dürten yanıyla, üretkenliğiyle geleneğimizin bir parçasıdır."

Advert
featured
service
0
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Advert
Getting your Trinity Audio player ready...

Bu yazı Gelenek Dergisi’nin 55. sayısında yayınlanmıştır.

“Ben bir rastlantıyla okuma olanağı bulmuştum. Açların, çıplakların, okumayanların yerini, şans bize gülmüş, biz doldurmuştuk. Peki bana bunları kim veriyor diye sorduğumda, o günlerdeki yanıtım devlet oluyordu. Daha sonra devlet kimi temsil ediyor sorusuyla asıl karşılığını buldum. Halk veriyordu, Türkiye gibi okumayanların milyonları bulduğu bir ülkede okuyabilenleri aslında halk okutuyordu… bu borç ödenmez, ama ödemeye çalışmak gerekiyor işte böylece de sosyalist oldum.”1

Kendini dünyanın en borçlu insanı sayan, ve bu düşünceyle de çalışmak için sürekli kendisini dürten yazar, 20 Aralık 1915’te Heybeliada’da doğdu. Savaş yıllarında doğmuş olması, o zor koşullarda ailesi için bir tanrı yardımı anlamına gelmesi istenmiş ki, kendisine “tanrı yardımı” anlamına gelen Nusret adı konulmuştur.

Çocukluğu oldukça dindar bir baba, babasına göre daha aydın denebilecek bir anne ile yoksullukla geçmiştir. Yazar olmasında, hele hele de gülmece yazarı olmasında, -Chaplin, Çehov, Moliere gibi- sınıfla içli dışlı olmasının, sıkıntılarını böyle derinden hissederek yaşamasının önemli bir etkisi olduğunu söyleyen yazarın, bir aydın olarak, sınıf aidiyetini sahiplenmesinin daha o yıllardan kaynaklandığım anlıyoruz. Bu yüzden Aziz Nesin bizim için, “okumuş insanlar emekçilere karşı sorumludur” sloganımızın yaşamış bir örneğidir.

İlk eğitimine, babasının bir arkadaşı olan Ali Galip’in yanında bir süre Farsça, Arapça dersleri alarak başlıyor. Annesinin ısrarı üzerine, daha sonra 1925’te İstanbul Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi’nin 3.sınıfına başlıyor. 1930 yılında ise yoksul çocukların parasız gidebileceği tek yer olmasından dolayı Çengelköy Askeri Lisesi’ne giriyor.

1934 yılında Soyadı Kanunu çıkınca, “Bana ortada böbürleneceğim bir soyadı kalmadığından, kendime Nesin soyadını aldım. Herkes Nesin diye çağırdıkça, ne olduğumu düşünüp, kendime geleyim istedim.” diyerek, Nesin soyadını almıştır.

39’da İstanbul’da Maçka’daki Askeri Fen Tatbikat Okulu’nda okurken, bir yandan da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam etti, kendini mimar ve mühendis olarak kabul etmesi burada aldığı eğitime dayanır. Fen okulunu 1941’de üsteğmen olarak bitirdi.

1940-43 yılları arasında Kars’ta bulunurken yazdığı şiirleri, o zamanlar sağcı olarak bilinen Millet dergisine, kendi deyimiyle “o zamanlar askerlerin yazı yazmaları hoş karşılanmadığından” babasının adı olan Aziz adı ile yollamıştır. Düzenin istenmeyen adam ilan ettiği yazar daha sonra da uzun yıllar boyunca çeşitli takma isimler kullanarak yazılarını yazmaya devam etmiş, yayıncıların kendisini ihbar etmesi bile onu yıldırmamıştır.

44’de görevi kötüye kullanmaktan üç ay on gün hapis cezası alır ve ordudan atılır. İstanbul’a döndüğünde Yusuf Ziya Ortaç, Sedat Simavi gibi isimlerle görüşerek iş aradığım bildirir. Bir süre sonra da, Sedat Simavi aracılığı ile Yedigün’de yazmaya başlar.

O yıllarda Türkiye tek partili hayattan, çok partili hayata geçmeye hazırlanıyordu. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü 19 Mayıs 1945’te artık Almanya’nın da teslim olmasıyla birlikte, yaptığı ünlü konuşmasıyla, “artık savaş bittiğine göre demokrasi yolunda da birtakım adımlar atılabileceği”nin müjdesini (!) vermiştir.

Tabii bunun nedenlerine bakıldığında, halkta giderek artan bir hoşnutsuzluk olduğu, 2. Paylaşım Savaşı’nın da etkisiyle günden güne bir yoksullaşma, tepeden inme “çağdaşlaşma” programlarının etkisi büyüktür. Varlıklı sınıfların artık yönetimde daha doğrudan söz sahibi olmak istemeleri sonucu artan baskılar, Almanya’nın teslim olmasıyla birlikte giderek batı modeli ile uyum sağlama çabaları “çok partili demokratik hayat” denemesini zorunlu kılmıştır. Böyle bir deneme içinse sınırları çizmek gerekmektedir. Bir kere sol olmayacaktır, sağınsa Osmanlı düzenine dönmek isteyenleri, laiklik karşısında şeriat diyenleri, Nazi yanlısı faşistleri bu demokratlıkta istenmeyen şeylerdir. Yani istenen, yarı-liberal, tek partiden farklı olmayan sağcı bir muhalefettir.

Yaratılmak istenen atmosfer için baskı yolları kullanılarak ortam dikensizleştirilir. Örneğin düzmece bir sokak gösterisi ile, o dönem solcu olarak bilinen Tan ve Görüşler dergilerinin basım evleri yıktırılır. Aziz Nesin de o zamanlarda Tan gazetesinde çalışmaktadır.

Aynı yıl Aziz Nesin “Parti kurmak, Parti vurmak” adlı ilk bağımsız on altı sayfalık broşürünü çıkarmıştır.

İlk örgütlü mücadele denemesi

46’da çok partili hayatın bu sözde demokrat havasından yararlanan Esat Adil, Türkiye Sosyalist Partisi’ni kurar ve Nesin de bu partiye üye olur. İki ay üye kaldıktan sonra istifa ederek ayrılır. Siyasal bir parti veya örgütle ilişkisi de burada başlayıp bitmiş olur. Hayatını sürekli olarak mücadeleye adamış olan bir aydının, bu mücadelesini merkezileştirememiş olmasının başlıca nedenlerinden biri de bu siyasal parti denemesinin kısalığına bağlanmalıdır. Örgütsüzlük, bir süre sonra verdiği mücadelenin parçalı hale gelmesine neden olmuştur.

Böyle bir merkezileşmenin, sanatta güdümlülüğü getireceğini düşünmüştür nedense.

“Güdümlülükten, sanatın dışında birtakım politikacıların, yönetmenlerin sanata ve sanatçıya karışmaları anlaşılıyorsa ben buna karşıyım. Yazarın sorumluluğu doğrultusunda bir yol tutturması gerekir. Sınıfsal bilinci olan her yazar ister istemez güdümlü olduğunu bilir ve bunu hatırlatmak kimseye düşmez.”2

Bağımsız bir aydın olarak verdiği mücadele, sınıfın tarafında, bu bağlamda siyasal olmakla birlikte,

“Yazarın görevi, çağını tanımlaması, yorumlaması, değişime aşılaması. Yazar zamanı durdurmaya, olan durumu olduğu gibi korumaya çalışan iktidarlarla sürekli çatışma halindedir.”3

Diye düşünür, Aziz Nesin.

Böyle bir düşünce, verdiği mücadelenin, sistemin temsilcisi olan devlet ve iktidar eleştirisi ile sınırlı kalmasına neden olmuştur. Hatta bu mücadele zaman zaman “tepkisel” bile olmuştur denebilir. Kimi zaman içinde kadınlarla birlikte, açık artırmayla satılan bir genelev sorunu üzerinde dururken, kimi zaman da ülkede yasak olan bir kitabın basılmasını istemiş, her ikisini de yaparken bu ülkenin demokratlığının, ya da laikliğinin anayasada da yazıldığını buna uygun davranılması gerektiğini ifade etmiştir. Elbette, kendine mücadeleyi seçmiş olan insanların, inanmış aydınların bu ülke sorunlarına sahip çıkmak gibi bir yükümlülükleri vardır. Ancak bu sorunları yaratan, iktidarın yanlış tutumları değil, kapitalizmin dayattıklarının uygulanmasıdır. Durum böyle olunca da insanların parayla satılması, kitapların yasaklanması anayasal bir sorun olmaktan çıkar. Bugün geçmişe dönüp baktığımızda, bunu bir eksiklik olarak görüyor, fakat bu eksikliği Nesin’in kendisine bağlama kolaycılığına düşmüyoruz. Türkiye solunun en durağan olduğu durumlarda bile, o durmamış, yapılması gerektiğini düşündüğü şeyleri yapmayı kendine bir borç bilmiştir.

“Ben başkalarının yapmadığı, yapılması gerektiği halde yapmadığı şeyleri yapmakla kendimi yükümlü sayıyorum… hep böyle olmuştur, konuyla daha yakından ilişkisi olan bir yerlerden, birilerinden umutlu bir ses, bir tepki gelsin diye bekliyorum, ve sonunda o görevi yapmakla kendimi yükümlü görüyorum.”4 demesi bir aydın olarak olabileceği en ileri noktada olduğunu görmemizi sağlar. Bugün aydınların, hala nedenini kendilerince bulamadıkları bunalımın edebiyatım yapan yazarların, kendine sanatçı deyip kendi köşesine çekilip hiçliği üreten şarlatanların elbette Nesini anlaması, sahiplenmesi güçtür. Fakat sosyalistler olarak bizlerin, Nesini anlamak, mücadeleciliğinden ders almak boynumuzun borcudur.

Çok partili hayatta yeni bir sayfa

Sistem, siyasal alanda yaratmak istediği çok partili demokrasi görüntüsü için uygun bir aday yaratmakta gecikmedi. CHP içinden Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü gibi isimlere Demokrat Parti’yi kurdurdu. Kurucuları dört ay önce CHP’den ayrılmış DP yöneticileri, düzenin istediği rahatlamayı sağlamış, özellikle de tek parti döneminin anti-demokrat uygulamalarının kaldırılması yönündeki vaatleriyle geniş halk kitlelerini etrafına bağlamıştı. Sistemin yarattığı hoşnutsuzluğun kontrolü noktasında DP konusunda bile tereddüt eden burjuvazi ve onların siyasal temsilcileri bu gidişi kontrol altına almak için, bu çok parti denemesinden bile vazgeçecek noktaya gelmiş, ancak o dönemde Sovyet tehlikesini koz olarak kullanıp, sırtını dayadığı ABD’nin uyguladığı politikalar gereği başladığı işe devam etmek zorunda kalmıştır. Çok geçmeden de beklenen “ödül” gelmiştir. Bu ödülün adı Marshall Planı’dır. Öyle ki bu yardım anlaşmasıyla CHP’nin bir süredir onay vermediği, DP’nin istediği anayasal değişim aynı gün imzalanmıştır.

Marshall Planı çok geçmeden protestolara neden oldu. Aziz Nesin de bu konuyla ilgili olarak yazdığı broşürde, Türkiye’nin, Amerika’nın vereceği bu borç parayı almamasını, bu borcun kısa bir süre sonra sömürme-sömürülme ilişkisine döneceğim yazmıştır. Bu broşürden dolayı 10 ay ceza alır. Ayrıca sürgün cezası da verilmiştir. Hapis cezası bittikten sonra da Bursa’ya sürgüne gider. Bu arada, bu broşür basılmış olmasına karşın dağıtılmamıştır. Düzenin kolluk güçleri tarafından daha dağıtılmadan, matbaadan toplanmıştır. Yayınlanmamış bir broşürden dolayı ceza alan Nesinin mahkûmiyetini gerektiren Ceza Yasası’nın 161. maddesi de daha sonra anti-demokratik olduğu gerekçesiyle kaldırılmıştır. Sistem Aziz Nesini yine susturmak istemiş, bunun için kendi kanunlarını hiçe saymıştır.

1946’da Sabahattin Ali ile birlikte çıkardıkları Marko Paşa adlı dergi daha ilk günden büyük yankı uyandırır. Günlük gazetelerin ulaşamadığı bir tiraja ulaşır, bu rakam 60 bin civarıdır. Dergide iktidar sert bir dille eleştirilmektedir. Bu dergide çıkan bir yazısından dolayı tutuklanır. Dergi de kapatılır, ancak usta vazgeçmez ve dergi Malum Paşa adıyla çıkmaya başlar; izlenmeler, tutuklanmalar bir yandan sürerken bir yandan da dergi isim değiştirerek yayınlanmaya devam eder. Malum Paşa, kapatılır Merhum Paşa olur, o kapatılır Ali Baba çıkar sonra da sırasıyla Bizim Paşa, Hür Marko Paşa, en sonra da Medet olarak iktidarla dalga geçercesine yoluna devam eder. Düzenin Aziz Nesini yıldırması mümkün olmaz.

1948’de Azizname’yi yazdığında İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 4 ay tutuklu yargılanır, serbest kalır. 49’da artık kendisine yalnız Türkiye burjuvazisi ve onun temsilcileri değil diğer ülkelerden de davalar açılıyordur. İngiliz prensesi Elizabeth, İran şahı Pehlevi, Mısır kralı Faruk her üçü birden Türk Dışişleri Bakanlığı’na birer dilekçe vererek, Aziz Nesin hakkında kendilerini yazılarında küçük düşürdüğü gerekçesiyle dava açarlar.

1950’de ise Politzer’in “Marksist Felsefe Dersleri” adlı kitabını çevirdiği ve yayınladığı gerekçesiyle 16 aya mahkum olmuştur. Bu kitapla da marksist literatürün Türkiye’deki ilk çevirmenlerinden olmuştur.

Demokrat Parti dönemi, yeni tutuklanmalar

Yıl 1950. Demokrat Parti iktidardadır. Çok partili hayat da artık resmen başlamıştır. DP’nin ilk icraatı, ordu yönetimini değiştirmek olmuştur. Daha sonra da yapılan seçimler ile belediyelerde ve il genel meclisinde kazandığı “başarılar” ile koltuğunu sağlama almak oldu. Bu arada kendini iktidara taşıyan antidemokratik uygulamaların kaldırılacağı sözüne uygun olarak, genel af ilanı ve liberal basın yasası kabul edildi ancak çok geçmeden bu uygulamalar rafa kaldırıldı. Geriye dönüşte öncelik, Ceza Kanunu’ndaki hükümlerin ağırlaştırılmasına verildi. Daha sonra da basına baskılar uygulanmaya başlandı. İnönü’nün uygulamak istediği, kontrollü çok partili hayat biraz daha kontrollü olmaya başlamıştı. Örneğin muhalefet partisi -ki bu “kendi” muhalefetleriydi- CHP’nin mal varlığı 1953’te hazineye devredildi, 1954’te Millet Partisi kapatıldı.

Bu arada sol muhalefet de o güne dek görmediği bir baskıyla karşılaştı. 51 yılında, ünlü komünist tutuklamaları gerçekleştirilirken, gerici ideolojinin önü de önceki dönemlere göre epeyce açıldı. Ezan tekrar Arapça okunmaya başlarken Türkçeleştirilmiş anayasa değiştirilip, eski metin kullanılmaya başlandı. DP, Batıyla uyum konusunda da, üstüne düşeni yapmakta gecikmedi. 15 Temmuz 1950’de Kore savaşında Güney Kore’yi desteklemek üzere 4500 asker çıkarıldı. 52’de NATO’ya üye olundu. DP, iktidar olanaklarını bir yandan ticaret burjuvazisi bir yandan başkanı Adnan Menderes’in de dahil olduğu toprak burjuvazisi için bir yandan da batı emperyalizmi ile bütünleşme yolunda sonuna kadar kullanmıştır.

Sola göz açtırmama düsturu ile hareket eden DP döneminde, 1951’de hapisten çıkan Nesin, Babıali’de iş bulamaz. Bir kitapçı dükkanı açar. O iş de olmayınca 52’de Beyoğlu’nda bir fotoğraf stüdyosu açar. 54’e kadar bu şekilde geçerken, bir yandan da Akbaba dergisine takma adlarla öyküler gönderir, fakat Yusuf Ziya Ortaç daha dergide yazmaya başladığı ilk günden İstanbul Valiliği’ne durumu bildirmiş, öte yandan da zamanın başbakanı Adnan Menderes’e telefon etmiş ve Nesinin takma adlarla dergiye yazılar gönderdiğini duyurmuştur.

Demokrat Parti kendinden beklenen ustalıklı oyunları oynamakta zorluk çekmemektedir. Kriz süreçlerini atlatmada kendinden öncekilerin deneyimlerine başvurmuştur. İngiltere’nin isteği üzerine, Kıbrıs sorununa taraf olan Türkiye içerde, kamuoyunu da bu soruna taraf etmek için düzmece bahanelerle bu sorunu ulusal bir sorun olarak yansıtmaya çalışmış, 55 yılındaki o ünlü 6-7 Eylül olayları patlak vermiştir. Olaylar sonucunda azınlıkların malları yağmalanmış, dükkanları kırılmış, bu arada milliyetçilik ideolojisi de tekrar gözden geçirilmiştir.

Vurmaya çalışılan ikinci kuş da içeride vurulur. Bütün olayların faturası, aydınlara kesilmiştir. Olaylarla yakından uzaktan ilgisi bulunmayan, o sırada bütün gün Akbaba’da çalışan Aziz Nesinin adı, Yusuf Ziya’nın bilmesine rağmen polis kayıtlarına olayların sorumluları arasında geçmiştir. Her dönemde, iktidarın gözünü üstünden ayırmadığı yazar, DP döneminde de aylarca hapiste yatmıştır.

1956’da Yeni Gazete’de köşe yazarlığı yapar. Yine aynı yıl, Fil Hamdi öyküsüyle İtalya Uluslararası Mizahçılar Birliği tarafından Altın Palmiye ile ödüllendirilir. Aynı yıllarda, Adnan Menderes de muhalefet ve basının saldırılarından yararlanan “komünist birliklerin” harekete geçmeye hazırlandıklarım söyleyerek baskıların giderek artacağına işaret etmektedir. Örneğin 57’de, İşçi Sendikaları Konfederasyonu kapatılır. Bu arada siyasal kriz sürerken, ekonomik krize bir çare olarak IMF reçetesi uygulanır, çok yüksek oranlı bir devalüasyon gerçekleştirilirken, zamlar artar, kuyruklar günden güne uzarken hoşnutsuzluklar da artık had safhaya ulaşır.

Hoşnutsuzluk burjuvazinin de dikkatini çekmişti ve onlar da yakınmaya başlamıştı. Demokrat Parti eleştirilerin odağındaydı ve orduda bir kaynaşma başlamıştı. Artık, 60 darbesi yaklaşmıştı.

Ordunun müdahalesi, yapılan anayasal değişiklik önceleri bir sol hava yaratmıştır ve bu sol havaya kapılan aydınlardan biri de Aziz Nesin’dir. Ordu, darbe ile birlikte DP’nin sözüm ona diktatörlüğüne son verecek, ülke demokrasi ortamına kavuşacak ve yemden başladığı demokratlaşma işine devam edecektir. Aziz Nesin de o dönemin tüm solu gibi bu darbeden umutludur ve hatta sevinçle 1956 yılında aldığı Altın Palmiye ödülünü devlet hazinesine bağışlar.

Sosyalizm tarihinden portreler: Aziz Nesin
+ - 0

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin