İki kızım var benim… İkisi de lise yıllarından sonra kendi yollarını kendileri çizdi, kendi yaşam tarzlarını, eşlerini kendileri seçti… Beni hemen hiç üzmediler, benden yapmayacağımı bildikleri hiçbir şey istemediler… Olmaları gerektiği gün de yanımda olmayı (severek) görev bildiler… Belki toplumsal alanda babaları ölçüsünde mücadeleci olmadılar, onu taklit etmeye kalkmadılar ama insancıllık, vicdan, merhamet, azim ve inat konusunda asla geri kalmadılar.
Kadın cinsi, toplumsal yaşamın gerçek üreticisi, toparlayıcısı, yol göstericisidir… Lewis Henry Morgan buluşuyla sistematize edilmiş toplumsal gelişme aşamalarından Orta Barbarlık konağına kadar kadın toplumun egemeniydi zaten. Marks-Engels’in de diyalektik tarih anlayışına temel oluşturmuş gibi görünen, Sigmound Freud ve Charles Darwin’in çalışmalarından alıntılar yaptığı Morgan’a göre, Orta Barbarlık’ta hayvanın evcilleştirilmeye birlikte öne çıkmaya başlayan erkek cinsi, yerleşik toplum ve sınıflı topluma geçiş sonrası bugüne kadar uzanmış bir toplumsal iktidar oluşturdu…
Belki de o, kadının toplumun gerisine itilmeye başladığı tarihten itibaren toplumdaki adalet duygusu da zedelendi, eşitsizlikler, haksızlıklar, emek sömürüsü ve yalan öne çıktı… Belki de bu nedenledir ki ve “o gün bu gündür” ki, toplumsal ritüellerde ve şenliklerde erkekler kadın kılığına girerek “anaşahlık” dönemi boyunca toplumda adalet ve kandaş toplumsal yapıyı, eşitliği sağlamış olan kadın karşısındaki mahcubiyetlerini dile getirmiş oldular.
“Geniş Yeniden Üretim” veya başka bir deyişle, “Serbest Rekabetçi Kapitalizm” ile birlikte kadın işgücüne duyulan gereksinim sonucu kadın yeniden toplumsal yaşama damgasını vurmaya başladı…
Tüm bu tarihi gelişmeler içinde henüz “Orta Çağ”ın erkek egemen toplumsal yapısının etkili ve iktidar olduğu toplumlarda kadının yeri hâlâ çok iyi değil… Özellikle de emperyalizmin İslam coğrafyasını kolay sömürmek için kullandığı Şarkiyatçı politikaların din istismarcısı kültürü, emperyalizme ortaklık eden Orta Çağ anlayışlı erkek egemen zihniyet, bu topraklarda kadına yaşamı zindan etti. Ülkemizde de bir kısmı toplumsal hegemonyanın yol açtığı bir rıza ile, bazı kadınların da gönüllü katıldığı bir süreçte, kadınlar kapatılıyor, bir hizmet ve haz nesnesi olarak, bir kullanım aracı gibi görülmek isteniyor, sokak ortasında dövülüyor, sürükleniyor, kadın cinayetlerinin arkası gelmek bilmiyor… TBMM’den oybirliği ile geçmiş, kadına yönelik şiddeti sembolize eden “İstanbul Sözleşmesi” bir gece yarısı “yok” sayılabiliyor… Çünkü, toplumsal altyapıda halkı din istismarcısı partilerin arabasına bağlayan, onları bir tür “oy davarı” durumuna getirmeye çalışan “Orta Çağ” malı cemaat ve tarikatlar hâlâ hemen her yerde tepeden tırnağa örgütlüdürler ve siyasal iktidarın en önemli oy kaynağını oluşturmaktadırlar.
Kapitalist toplumda bazı günlerin tüketimi kışkırtmak amacıyla yaratıldığı, teşvik edildiği söylenir; nedeni ne olursa olsun, 11 Ekim’in “Kız Çocukları” günü sayılması bizim için bir uyarı olmalı; kız çocuklarının değerini bilmeliyiz; onların geleceğimizin üretken yöneticileri olabilmeleri için elimizden geldiği kadar yanlarında olmalıyız. Onlar kendi yollarını bulacaklardır zaten; bizim himmetimize ihtiyaçları yoktur.
Selam olsun kız çocuklarının eğitimi için pozitif ayrımcılık gözeterek çabalamış Cumhuriyetimizin kurucularına, Köy Enstitüleri’ne ve Baba Tonguç’a, selam olsun kız çocuklarını kardelenler olarak gören Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’ne, selam olsun kızlarını, kadınlarını saygıyla, sevgiyle kucaklayanlara, selam olsun kadın erkek demeden hayatı paylaşanlara…
11 Ekim büyük Türk sosyalisti Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın da ölüm günü. Dr. Hikmet Kıvılcımlı, kanser kanamaları içinde 12 Mart faşizmi tarafından aranırken yurtdışına kaçmak ve yaşamında ilk kez çok sevdiği yurdunun dışına çıkmak zorunda kalmış, bürokratik despotizmin yönettiği Moskova’da “Bizim Radyo” lafazanlığı yapan birilerinin hakkında verdiği hükümlerle Doğu Bloku ülkelerinden de sınır dışı edilmiş, 11 Ekim 1971 günü Makedonya’da yaşama veda etmişti.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Tarih Devrim Sosyalizm adlı kitabını elime ilk aldığım gün, tıbbiye beşinci sınıf öğrencisi olarak, o güne kadar hemen hiç aralıksız kitap okumuş birisi olmama karşın, o kitaptaki derin bilgi gücü ve tarih bilincinin beni alıp başka bir dünyaya götürmesine tanıklık ettim. O günden sonra yaşamım değişti diyebilirim. Sonraki her okuma, bana hayat taşlarını yerine koyma, içinde yaşadığım toplumu çözümleme ve geleceğe yönelik bir bilinç edinme gücü verdi. Dünya ve Türkiye siyaset tarihine derin araştırmalar içeren çok önemli yapıtlar bırakmış, diyalektik tarihçiliğe Antika Tarihle ilgili Tarih Tezi katkısını yaparak Mark-Engels’in açtığı ufku genişletmiş, Kurtuluş Savaşı yıllarında Köyceğiz Kuvayımilliye Komutanlığı’ndan ölümünden birkaç yıl öncesine kadar İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği Başkanlığı’na kadar, düşüncelerini davranış adımlarıyla tamamlamış, ömrünün yirmi iki yılını cezaevlerinde geçirmiş o düşünce ve eylem insanı, benim başucu kaynağım ve yaşam yörüngemin ana akağı oldu. Dr. Hikmet, 1968 yılından sonra içinde bulunduğum devrimci gençlik hareketinin TİP-MDD (Mihri Belli’nin Milli Demokratik Devrim tezi) arasında bir çıkış yolu arayan, PDA (Doğu Perinçek’in Proleter Devrimci Aydınlık’ı) ve benzeri akımların kırlardan şehirlerin fethi tezleri ile iyice karışmış o bunalımlı ortamında bana ilaç gibi gelmişti.
Bütün bir hayatı insanlık davasına adamış büyük bir devrimcidir Dr. Hikmet Kıvılcımlı. Gizli fırkanın merkez komitesi üyesidir; Nazım Hikmet ile birlikte 1938 yılında Donanma Davası’nda yargılanıp on beş yıl ağır hapis cezası almış, sonradan gittiği Çankırı Cezaevi’nde Nazım Hikmet’in kendisine ayrılmış odayı “Abi sen daha iyi kullanırsın” diyerek devrettiği, büyük saygı duyduğu bir yoldaşıdır. Aynı cezaevinde birlikte olduğu Kemal Tahir’in onun tarih tezini kendince eğip bükerek yapıtlarında kullandığından yakınmıştır.
1932 yılında Elazığ Cezaevi’nde yazdığı “İhtiyat Kuvvet, Milliyet” adlı eserinde Kürt meselesine bakarken Kemalizm’e oldukça eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmış ama “kalpazan” dediği Kadrocularla onu bir tutanlara karşı Kemalizm’i “evrimci” bir hareket olarak savunmuş, 1968 yılında Türk Solu’na yazdığı “Cumhuriyet Nedir?” başlıklı anıt yazıda Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ten “Ata” diyerek söz etmiş, saplantılı, mekanik bakış açılarından hep uzak kalmış bir sosyalisttir.
Kurduğu partinin Eyüp’teki mitinginde Hazreti Ömer’in adaleti ile sosyalist düşünce arasında özdeşlik kurduğu için “Dini politikaya alet etmek”ten hüküm giydi. Anadolu ve Urumeli topraklarını, diline, dinine bakmadan kullanıcısına “Beytülmal” kılmış Gazi Ertuğrul” kimliğinde göçebe gelenekli akıncıları kutsadı.
Hiç ağzından düşürmediği sloganlar “Yeniden Kuvayı Milliye” , “Anarşi Yok Büyük Derleniş”, “Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyanmalı” idi.
“Edebiyat’ı Cedide’nin Otopsisi”nden “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi”ne, “İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş; İngiltere”den “… Son Geçiş Japonya”ya, “İslam Tarihinin Maddesi”nden “Osmanlı Tarihinin Maddesi”ne, tüm kitapları hep başucumda durur. Dünya ve Türkiye tarihinde, Diyalektik Tarihçilik’te eksik kalmış, yanlış tanımlanmış birçok noktayı onsuz düzeltemez, tamamlayamazsınız.
Dünyaya ve ülkeme bakarken, bir dava insanı olarak yaşarken benim için çok büyük ufuklar açan o devrimcinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Selam olsun o hiç sönmeyecek kıvılcıma, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya.
Selam olsun benim akıllı ve güzel kızlarıma, kız çocuklarına…
Gününüz aydın olsun…
12 Ekim 2025, Alper Akçam
(Not; Bugün saat 16.00’dan itibaren Söğütozü ATO Kongre Merkezi’ndeki 22. Ankara Kitap Fuarı’nda, Cumhuriyet Kitapları yerleşkesinde olacağım.)



