Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Kadir Özkaya’nın Malatya İnönü Üniversitesi’nin 2025–2026 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşma, salonda duygusal anlar yaşattı. Özkaya, “Hâkimlik bir tarafı nur, bir tarafı nar olan bir meslektir; yani bir tarafı cennet, bir tarafı cehennemdir. Bu sözü her dile getirdiğimde ürperiyorum. Cenabı Allah bizi kimsenin hakkıyla huzuruna çağırmasın” derken gözyaşlarına hâkim olamadı. Alkışlarla karşılanan bu sözler, kuşkusuz mesleğin ağırlığına işaret ediyor. Ancak Türkiye’deki mevcut tabloya bakıldığında, hâkimliğin “nur” tarafının büyük ölçüde karardığını görmek de kaçınılmaz.
Kadın Cinayetlerinde Sistematik İndirimler
Devlet resmî olarak “faili meçhul kadın cinayeti yoktur” söylemini sürdürse de, kadın örgütleri yıllardır binlerce sayfa dosyada “şüpheli ölüm” adıyla bekletilen, delilleri toplanmamış, fail araştırılmamış kadınlardan söz ediyor. Bu durumun ceza yargısına yansıması ise daha da çarpıcı.
Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerine göre:
-
TCK 81: Kasten öldürme → müebbet hapis
-
TCK 82: Eşi/partneri öldürme, tasarlama, canavarca his vb. → ağırlaştırılmış müebbet
Kadın cinayetlerinin büyük kısmı aslında 82. madde kapsamında ağırlaştırılmış müebbet gerektiriyor. Ancak uygulamada iki madde, cezaları dramatik biçimde düşürüyor:
-
TCK 29 – Haksız Tahrik
-
TCK 62 – Takdiri İndirim (“iyi hâl indirimi”)
Bu indirimin pratikte nasıl işlediğine dair tipik örneklerden biri Konya’daki Mesut Babayiğit davasıdır. Sanığa önce ağırlaştırılmış müebbet verildi; ardından tahrik indirimiyle ceza 24 yıla, iyi hâl indirimiyle 20 yıla düşürüldü. Yine 2020 tarihli başka bir kararda mahkeme, “cinsel ilişkiyi reddetmek erkekte öfke yaratır” gerekçesiyle tahrik indirimi uygulamış; ceza müebbetten 18 yıla inmişti.
Bu örnekler tesadüf değil. Yargıtay karar analizleri ve akademik çalışmalar, tahrik ve iyi hâl indirimlerinin sistematik biçimde uygulandığını açıkça ortaya koyuyor. Ne var ki Türkiye’de bugüne kadar “kadın cinayetlerinde kaç dosyada indirim verildi” sorusunun resmî tek bir cevabı yok. Bu verisizlik bile başlı başına çarpıcı.
Yasal Açıklar ve Uygulama Sorunları
Türkiye’de “kadın cinayeti” özel bir suç tipi olarak tanımlanmıyor. Bu nedenle toplumsal cinsiyet boyutu ceza siyaseti açısından görünmez kalıyor.
Türkiye’nin 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, kadın örgütlerinin ifadeleriyle, hem korunma mekanizmalarını zayıflattı hem de “cezasızlık algısını” büyüttü. EŞİK’in 2024 raporu, devletin 2009’dan bu yana erişilebilir ve ayrıntılı kadın cinayeti istatistiği yayımlamadığını belirtiyor.
6284 sayılı kanun ise kağıt üzerinde güçlü olsa da pratikte kolluk ve yargı tarafından eksik uygulanıyor. Tedbir kararlarının geç verilmesi ve şikâyetlerin ciddiye alınmaması, cinayet gerçekleşmeden önceki kritik aşamada devletin koruma görevini yerine getiremediğini gösteriyor.
Kadın örgütlerinin ortak değerlendirmesi şu cümlede özetlenebilir:
“Devlet koruyamadığı kadını, öldürüldükten sonra da tahrik ve iyi hâl indirimiyle ikinci kez öldürüyor.”
“Faili Meçhul Yok” Söylemi ile Gerçek Arasındaki Uçurum
Türkiye’de hem kadın hem çocuk hem de erkek cinayetlerinde çok yüksek bir faili meçhul birikimi vardır. Buna rağmen devlet “faili meçhul yok” demeyi tercih ediyor. Sorun ise tanımda yatıyor:
-
Devletin tanımına göre “fail belli değilse faili meçhul”.
-
Ancak binlerce dosya “şüpheli ölüm” diye kaydedildiği için cinayet istatistiklerine bile girmiyor.
Bu nedenle hukukçular ve STK’lar şu sert tespiti yapıyor:
“Türkiye’de faili meçhuller istatistiklere bile yansımadığı için görünmezdir.”
2010–2024 arasında en az 1.441 şüpheli kadın ölümü kayda alınmış durumda. Bunların çoğu düşme, intihar, çakılma gibi gerekçelerle kapatılmış; deliller toplanmamış, soruşturma yapılmamış, dosyalar yıllarca bekletilmiştir.
Çocuk ölümlerindeki karanlık ise daha da derin. Kayıp çocuk dosyaları, istismar sonrası örtbas edilen ölümler ve ev içi şiddet vakaları yüksek oranda çözülemiyor.
Erkek cinayetleri, mafya-sokak-siyasi cinayetlerde ise tablo daha ağır:
-
Yalnızca 1990’lı yılların siyasi cinayetlerinden yaklaşık 17 bin dosya hâlâ aydınlatılmamış durumda.
Uluslararası kurumlar (BM, Avrupa Konseyi) Türkiye’yi sürekli olarak:
-
kayıt dışı ölüm verileri,
-
şüpheli ölümlerde etkin soruşturma eksikliği,
-
delil toplamada kurumsal zafiyet
konularında eleştiriyor.
Bu nedenle Türkiye akademik literatürde “High Impunity Country – Yüksek Cezasızlık Ülkesi” olarak sınıflandırılıyor.
Sonuç: Hakimliğin Nur Tarafı Kalmadı
Tüm tablo bir araya getirildiğinde, AYM Başkanı’nın “Hakimlik bir tarafı nur, bir tarafı nar” sözü ister istemez düşündürüyor. Türkiye’de bugün hâkimlik çoğu zaman:
-
yetersiz yasa,
-
kötü uygulanmış koruma mekanizmaları,
-
eksik soruşturmalar,
-
indirim furyası,
-
faili meçhul kültürü
arasında sıkışmış bir meslek hâline gelmiş durumda.
Deniz Gezmiş’in, “Neye gülüyorsun?” sorusuna verdiği “Duvarda adalet yazıyor, ona güldüm” cevabı bugün hâlâ geçerliliğini koruyor. Çünkü adalet tabelalarda duruyor, hayatlarımızda değil.



