Yazan: [ “Burhanettin Yılmaz”]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla, AK Parti, MHP ve DEM Parti’nin “beraber yürüme kararı” aldığını, çözüm arayışında olanlara kolaylık sağlanacağını ve kapıların ardına kadar açılacağını belirtti. Bu sözler, Türkiye siyasetinde yeni bir dönemin kapısını aralayacak bir “çözüm rotası” olarak sunuldu. Ancak bu açıklama, toplumun geniş kesimlerinde büyük bir çelişki duygusunu da beraberinde getirdi. Çünkü sorulması gereken temel bir soru var: 23 yıllık iktidarınızda bu ülkenin barışını, demokrasisini ve toplumsal huzurunu ne zaman gerçekten öncelediniz?
Sürekli Aynı Döngü: Terör, Tehdit, Propaganda
AK Parti iktidarı, özellikle son 10 yılda seçim süreçlerini neredeyse tamamen güvenlik politikaları ve kutuplaştırıcı söylemler üzerine inşa etti. Terörle mücadele, halkın güvenliğini sağlama vaadiyle meşrulaştırılırken, her seçim dönemi öncesi muhalefet partileri sistematik şekilde “PKK ile işbirliği” yapmakla itham edildi. DEM Parti, seçmenlerinin iradesine rağmen kriminalize edildi. Uydurulmuş videolar, kurgu içerikler, montajlar eşliğinde bir algı operasyonu yürütüldü.
Bugün aynı partilerle “çözüm için birlikteyiz” demek, kendi söylemlerini yalanlamaktan başka nedir? Madem çözüm iradesi vardı, neden yıllarca bu irade bastırıldı, neden diyalogdan değil, baskıdan medet umuldu?
Belediye Başkanları Tutuklu, Demokrasi Suskun
Demokrasi, sadece sandıkta oy kullanmak değildir; aynı zamanda halkın iradesine saygı duymak, seçilmişleri görevlerinde tutmak ve yargıyı bağımsız kılmaktır. Ancak Türkiye’de özellikle Kürt illerinde seçilmiş belediye başkanları birer birer görevden alındı, yerlerine kayyum atandı, bazıları tutuklandı. Peki halkın iradesi nereye gitti?
Bugün “çözüm” adı altında yeni bir sayfa açma çağrısı yapılırken, geçmişte yaşatılan bu adaletsizlikler ne olacak? Hukukun üstünlüğü yerine siyasi iradenin gölgesinde kararlar alındığında, hangi demokrasiden söz edilebilir?
Şehit Cenazeleri, Fakir Mahallelerin Yazgısı mı Olmalı?
Yıllardır süren çatışmalı süreçte en ağır bedeli yoksul halk ödedi. Gecekondu mahallelerinin sokakları Türk bayraklarıyla donatıldı; şehit cenazeleri, askeri üniformalarla tabutlara sarılmış gençler, yürekleri dağlanan anaların gözyaşları bu ülkenin değişmeyen acı gerçeği oldu.
Sormak gerekir: Neden hep fakir mahallelerin çocukları vatanı korumakla görevlendirilirken, varlıklı ailelerin evlatları lüks otellerde, yurt dışı gezilerinde “hayat”ı yaşamaya devam ediyor? Adalet sadece yasalarla değil, sınıflar arası eşitlikle de ölçülür. Oysa bu ülkenin emekçi halkı hep ön cephede, hep önde, hep yalnız bırakıldı.
Barış Gerçek İrade İster, O da Eşitlik ve Samimiyetle Mümkündür
Bugün atılmak istenen her adım, geçmişin inkârı ile değil, yüzleşilmesiyle anlamlı hale gelir. Eğer gerçekten bir “çözüm” rotasına girilecekse, önce halkın iradesine saygı duyulmalı, siyasi tutuklular serbest bırakılmalı, düşünce özgürlüğü tesis edilmeli, gazetecilere ve muhalif seslere yönelik baskılar son bulmalı.
Barış, sadece bir siyasi manevra olarak değil, toplumsal bir ihtiyaç olarak görülmedikçe; bu söylemler birer dekor olarak kalır. Barışın adı olur ama gerçeği olmaz.




