Demokrasi, özünde halkın kendi kaderini doğrudan belirlemesi, yönetimde söz sahibi olması demektir. Ancak günümüzde bu kavram, sandığa indirgenmiş; halk uzun kuyruklar halinde oy kullanmaya yönlendirilmiş ama karar mekanizmalarından dışlanmıştır. Oysa demokrasinin özü temsilcilerin değil, doğrudan halkın otoritesidir. Ne yazık ki bu ilke, başkanlık sistemi gibi modellerde tamamen buharlaşmaktadır.
Başkanlık sistemi, modern çağın seçilmiş diktatörlük rejimidir. Her ne kadar seçimle gelinse de, bu sistemin temel işleyişi, azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasına dayanır. Siyasi partiler, başkan adaylarını vitrine çıkarır ve halktan oy ister. Seçim sonunda bir aday, %51 oyla “kazanan” ilan edilir. Ancak bu sonuç, demokrasi adına gerçek bir temsiliyeti yansıtmaz.
Çünkü geride kalan %49’luk seçmen kitlesi, kendi iradesine zıt bir yönetimi kabullenmek zorunda bırakılır. Dahası, bazı durumlarda adaylar oyların yalnızca %30–40’ını alarak “en çok oy alan” konumuna gelirler ve yine de iktidara yerleşirler. Bu durumda toplam oyların çoğu, o adaya karşı verilmiş olsa bile, sistem onu galip ilan eder. Peki bu adalet midir? Bu halk iradesi midir?
Aslında karşımızda olan şey, halkın çoğunluğunu temsil etmeyen ama mutlak yetkilere sahip bir yöneticinin sistem eliyle başa geçirilmesidir. Bu da ancak modern bir diktatörlük tanımıyla açıklanabilir.
Başkanlık sisteminde seçilen kişi, yürütmenin tüm gücünü tek elde toplar. Yasamayı denetler, yargıyı etkiler, kararname çıkarır, kadrolaşır, toplumu şekillendirir. Bu güç yoğunluğu, demokratik denetimin neredeyse sıfırlandığı bir ortam yaratır. Ve bu ortamda seçilen her başkan, aslında seçilmiş bir diktatöre dönüşür.
Unutulmamalıdır ki demokrasinin temel ilkesi, yalnızca sandığa indirgenemez. Gerçek demokrasi, çoğulculuktur, temsiliyettir, hesap verilebilirliktir, halkın sürekli söz ve denetim hakkına sahip olmasıdır. Başkanlık sistemi ise bu ilkelerin tam karşısında yer almaktadır.
Bu nedenle başkanlık sisteminin doğası, işleyişi ve sonuçları her yönüyle sorgulanmalı; halkın iradesini gerçekten yansıtan katılımcı ve adil sistemler inşa edilmelidir. Aksi takdirde, sandıktan çıkan her “başkan”, aslında demokrasi kılığına bürünmüş birer diktatör olacaktır.





