Son dönem Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmeler, özellikle de anayasa tartışmaları, sadece hukukçuların değil, her bilinçli yurttaşın doğrudan ilgilenmesi gereken hayati bir alandır. Bu bağlamda, CHP İstanbul eski Milletvekili, anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun kamuoyuyla paylaştığı belgeler ve öneriler, dikkatle incelenmeyi hak ediyor. Zira bu öneriler, sadece bir akademik görüş değil; CHP’nin siyasal yönelimlerini ve anayasa yaklaşımını doğrudan etkileyecek türden içeriklerdir.
Kaboğlu, sıradan bir parti mensubu değil; Türkiye’nin en önde gelen anayasa hukukçularından biri, uzun yıllar boyunca insan hakları ve anayasal düzen üzerine çalışmış bir isimdir. Üstelik yayımladığı kitapçığın önsözünü bizzat Kemal Kılıçdaroğlu yazmış; Kılıçdaroğlu daha sonra bu çalışmanın kendi bilgisi dahilinde olduğunu da kabul etmiştir. Dolayısıyla bu önerilerin içeriğiyle yüzleşmek, hem hukuki hem de siyasi sorumluluk açısından gereklidir.
Ne var ki, bu öneriler arasında yer alan bazı ifadeler, kamu vicdanını yaralayacak niteliktedir. Örneğin, “Türk Milleti” ifadesinin çıkarılması, “Atatürk milliyetçiliği”nin anayasadan silinmesi gibi hamleler, ne toplumsal uzlaşıya hizmet eder ne de halkın tarihsel değerleriyle örtüşür. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kurumsallaşmasına zemin hazırlayan 2017 Referandumu’na katılım ve sonrasındaki muhalefet tarzı da ayrı bir tartışma konusudur. O dönemde mühürsüz oylar skandalı karşısında güçlü bir direniş sergilemek yerine, sembolik bir yürüyüşle yetinildi. Bu pasif refleks, bugün geldiğimiz otoriter rejimin inşasına istemeden de olsa katkı sunmuştur.
Şimdi sorulması gereken şudur: Bütün bunlar karşısında sessiz mi kalacağız?
Bir siyasal partinin üyeleri, özellikle de kendini “aydın” olarak tanımlayan kesimleri, parti içi yanlışları görmezden gelerek değil, yüzleşerek düzeltebilir. Atatürk’ün kurduğu partide, Atatürk’ün adını anayasal metinlerden silmek isteyenlere hoşgörü göstermek, tarihi bir yanılgı olur. Aydın olmak, hakikatin peşinden gitmeyi; yanlış kimden gelirse gelsin, ona karşı durmayı gerektirir. “Partimize zarar gelir” korkusuyla susmak, sadece partiyi değil, memleketi de felakete sürükler.
Üstelik bu çelişkiler, yalnızca içeride değil, dışarıda da görünür durumdadır. Siyasi rakiplerimiz, bizim konuşmaktan çekindiğimiz bu gerçekleri dile getiriyor, kullanıyor. Kendi partimizdeki bu eğilimleri görmezden gelerek korunamayız; tam tersine, bu tutum bizi ilkelerden uzaklaştırır.
Bugün CHP’nin gerçek aydınları, tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Bu sorumluluk, partiyi kişisel kariyer planlarının, dış merkezli projelerin aracı olmaktan kurtarıp, yeniden halkın iradesine ve cumhuriyetin temel değerlerine bağlamaktır. Bunun yolu ise açıktır:
“Türk”, “Atatürk” ve “Türk Milleti” gibi kavramlarla sorunu olanları CHP’den uzaklaştırmak; bu değerleri savunanların ise cesaretle sesini yükseltmesidir.
Aksi halde biz susarız ama tarih susmaz. Gözümüzü kapamak, kulaklarımızı tıkamak, dilimizi susturmak çözüm değildir. İhanet varsa, onun gereği yapılmalıdır. CHP’yi bırakıp “AKP’ye bakın” demek, cambaza bak demekten öteye gitmez. Mesele; kendi evimizi temizlemek, halkın güvenini yeniden inşa etmek meselesidir.
Bu bir çağrıdır: CHP’de aydın olmanın yüklediği sorumluluğun gereğini yapalım. Korkmadan, yılmadan, ilkelerimiz doğrultusunda konuşalım ve davranalım. Suskunluk değil, hakikat konuştuğunda tarih yazılır.




