Cemil DEVECİ
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Seçimli Demokrasilerin Çıkmazı: Otoriterleşme, Stockholm Sendromu ve Türkiye örneği

Seçimli Demokrasilerin Çıkmazı: Otoriterleşme, Stockholm Sendromu ve Türkiye örneği

Dünyanın birçok yerinde seçimler yapılmaya devam ederken, seçimlerin bir türlü demokrasiyi garanti etmediği bir çağın içindeyiz. Akademik/Siyasi Literatür bu rejimlere “Seçimli Otoriterlik”/“Hibrit Rejim” ya da daha kulağa hoş gelen deyimle “İlliberal Demokrasi” diyor.

Advert
featured
service
0
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Advert

 

Av. Cemil DEVECİ

2019-22024 Atakum Bld .Bşk.

Dünyanın birçok yerinde seçimler yapılmaya devam ederken, seçimlerin bir türlü demokrasiyi garanti etmediği bir çağın içindeyiz. Akademik/Siyasi Literatür bu rejimlere “Seçimli Otoriterlik”/“Hibrit Rejim” ya da daha kulağa hoş gelen deyimle “İlliberal Demokrasi” diyor.

Halk sandığa gidiyor, sonuçlar ilan ediliyor, parlamentolar çalışıyor gibi görünüyor; ancak siyasal özgürlük, hukuk devleti, medya bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı planlı bir şekilde aynı anda ve yavaş yavaş aşındırılıyor, işlevsiz hale getiriliyor.

Son günlerde Türkiye’nin gündemine düşen “Stockholm Sendromu” tartışması tam da bu noktaya oturuyor. Asıl konu bu; bağlamından kopuk, tarihten örnekler çıkararak gündemi alaca karanlık bir zemine taşıyarak; toplumun Baskıcı/Otoriter bir siyasal iklime ‘Psikolojik Uyum’ geliştirmesi ve hatta kendi baskıcısını rasyonelleştirmesi ve savunur hâle gelmesi gerçeğinin üstü kapatılmaya çalışılıyor.

Bu tartışmayı biraz zamansız başlatan CHP Genel Başkanının konuyu takipsiz bıraktığını düşünerek; ülkemizin ve demokrasimizin asıl sorununun kapağı açılmışken tartışmaya açmak ve gündemde tutmak için görevi ben üstlendim.

Bu durum yalnızca Türkiye’nin değil, çağdaş demokrasilerin de en büyük açmazıdır. ‘Seçimli Otoriterliğin’ uluslararası tarihî örneklerine bakınca bugün yaşadıklarımızın, dünyada daha önce yaşanmış örneklerinin devamı niteliğinde olduğunu bütün açıklığıyla görebiliyoruz.

‘Sandığın gölgesinde oluşan tek adam rejimi’ne birkaç örnek vermek gerekirse; Rusya/Putin… Sosyalist-Sovyet sisteminin dağılmasından sonra kurulmaya çalışılan liberal/İlliberal demokrasi, 2000’lerden itibaren Vladimir Putin’in elinde, sandığın varlığını koruduğu ama tüm diğer kurumların çöktüğü bir “plebisiter otoriterlik”e dönüşmüştür. Bu dönemde, Medya devlete bağlanmış; Oligarklar siyasallaştırılmış; Muhalefet kriminalize edilmiştir. Seçimler yapıldı ama seçimlerin işlevi meşruiyet üretmekten ibaret kaldı.

“İlliberal demokrasi”nin laboratuvarı olarak tanımlanan Macaristan/Viktor Orbán’ın Fidesz iktidarı, anayasal çoğunluğu ele geçirir geçirmez yargıyı, akademiyi, seçimi düzenleyen kuralları/ kurulları dönüştürdü. Bugün Macaristan, AB içinde “Rekabetçi Otoriterlik” örneği olarak boy göstermekte ve tarihe not düşmektedir. Ortadoğu, Kafkasya ve uzak Asya’da benzer örneklere ulaşılabilir.

Bu iki ve benzer örneklerde ortak nokta; toplumun bir kısmı, ekonomik istikrar ve güvenlik karşılığında özgürlüklerinin budanmasını olağan görmesi ve göz yummasıdır. Karakteristik/Psikososyal bir durumla karşı karşıyayız.

Bu konuları izleyen siyasal literatürde Polonya, geri dönüşün mümkün olabileceğine örnek olarak gösterilmektedir. 2015–2023 arası PiS iktidarı yargıyı, medyayı ve bürokrasiyi siyasallaştırarak otoriter bir rejim oluşturmuştu; ancak sivil toplumu ve tüm toplumsal muhalefeti bir araya getiren Duda, 2023 genel seçimlerini kazanarak, AB üyesi Polonya’da otoriterleşmeyi durdurdu ve demokrasiyi yeniden inşa ediyor. İncelemeye değer bir süreç.

Dünya demokrasisi tehdit altında; ‘Filipinler, Brezilya, ABD’nin popülist liderleri Duterte, Bolsonaro ve Trump, demokratik kurumları hedef alan popülist siyasetleriyle medya düşmanlığı, yargıya müdahale, kutuplaştırma, düşmanlaştırılmış toplumsal gruplar yaratma gibi yöntemlerin ne kadar hızla normalleşebildiğini görmek isteyen herkese gösterdiler. Biliniyordu ve bu gün de görülmektedir ki, Popülist otoriterlik, çoğu zaman toplumun bir bölümünün gönüllü rızasıyla ilerlemektedir.
İşte “Stockholm Sendromu” metaforunun kritik olduğu yer burası.

Türkiye’de iktidarın uzun süredir kullandığı; Korku/Güvenlik siyaseti/ Medya tekelleşmesi/Hukuki araçlarla muhalefeti baskılama-Hukukun siyasallaşması/ Ekonomik bağımlılık ilişkileri-Fakirleştirilmiş-İşsiz ve eğitimsiz bırakılmış halkı aidiyetleri üzerinden kutuplaştırma gibi yöntemler, siyasal psikolojide “Öğrenilmiş Çaresizlik” ile “Bağımlılık” arasında bir bölge yaratmıştır.

Toplumun bir kısmı; “Bu düzen değişmez/Daha kötüsü gelir/ İstikrar iyidir/ Fazla sorgulamamak gerekir, Oğlum kamuda çalışıyor, diğer oğlum-kızım atama bekliyor vb. diyerek, siyasal iklimi sorgulamaktan kaçınabiliyor.

Bu zihinsel uyum hâli, tıpkı rehinenin rehin alana bağlanması gibi, baskıcı rejimin sürmesini kolaylaştırıyor.

Dolayısıyla, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanının gündeme getirdiği ‘Stocholm Sendromu’ tezini hakaret olarak algılamak yerine, ‘Toplumsal Psikoloji’ analizi zeminin açılması olarak değerlendirilmek daha toplum yararına bir davranış olur.

Seçimli Otoriterleşme neden bu kadar yaygınlaşıyor, nasıl önlenir? Türkiye örneği üzerinden gelecek yazılarımda işleyeceğim; kalın sağlıcakla…

 

Seçimli Demokrasilerin Çıkmazı: Otoriterleşme, Stockholm Sendromu ve Türkiye örneği
+ - 0

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin