Doç. Dr. Girayalp Karakuş
Adını çok araştırıp bulamadığım bir düşünürün dediği gibi: “Marksizm, Fransız Devrimi’nin manevi evladıdır. Fransız Devrimi’nde eşitlik, kardeşlik ve özgürlük diskurundan umduğunu bulamayanlar Marksizm’e sarılmışlardır.” Albert Einstein’ın deyimiyle; sosyalizm toplumsal-etik sorunlara çare üretmeye çalışan bir düşünce sistemidir. Ancak 1949 yılında Einstein’ın yazdığı “Niçin Sosyalizm” makalesinde görülen en önemli sorunsal Marksizm’in de reforme edilmeye ihtiyacı olduğudur. Türkiye’deki solun tamamının Marksizm’i bilmediğini söyleyemeyiz. Türkiye’deki solcuların da önemli bir Marksist külliyatı vardır. Ancak yakın zamanda bilimsel bir makalem için yaptığım araştırmalar da hâlâ Türkiye solunun geleneksel Marksist anlayışından sıyrılamadığını ve bilinen yanlışları tekrarladığını gördüm.
Birincisi; geleneksel Marksistler özel mülkiyet konusunda tavizsiz bir tutum sergilemektedir. Mutlak eşitliğin de bir adaletsizlik örneği olduğunu göremiyorlar. Kol ve kafa emeği arasındaki farka yönelik tutarlı bir açıklama getiremiyorlar. İnsanları bir ev, araba ve işle sınırlayıp özgürlüğüne müdahale ederek yoksulluğu yüceltmek yerine neden refahı genele yaymak istemiyorlar anlamıyorum. Bana kalırsa sosyalizm veyahut komünizm düşüncesi zenginlik rejimi olmalı yokluk veya özgürlüklerin sınırlandığı bir sistem değil. Kapitalizm özel mülkiyet hakkını insan haklarının önüne geçirdi. Kabul ediyorum… Tekelci kapitalizme de karşıyım. Özel mülkiyet ancak toplum aleyhine kullanıldığı takdirde devlet tarafından sınırlandırılmalıdır. Sosyalist sistemde vahşi kapitalist rekabet koşulları yerine gönüllü işbirliğine dayalı piyasa sosyalizmi uygulanmalıdır. Somut olarak sınırsız rekabet ve rekabetin olmadığı sınırsız işbirliği de sakıncalıdır. Sosyalist piyasa ekonomisinde devlet hakem rolünde yer almalıdır. Üretimin kimin ve ne için olacağına demokratikleşmiş planlı ekonomi aktörleri karar vermelidir. Büyük sanayi kuruluşları devletin elinde olmalı ancak küçük özel mülkiyete dayalı üretim ilişkileri özel teşebbüse bırakılmalıdır.
İkincisi; bölüşüm sürecinde insanların zenginleşmesi şahsın yeteneğine bağlıdır. İnsanları fasit bir dairede bırakmak insanlığın tekâmülüne aykırı bir durum arz etmektedir. Özel mülkiyet konusunda geleneksel Marksistler’den ayrıldığımı söyleyebilirim. Sen Marksist değilsin diyenleri de duyabiliyorum. Ancak gerçekler bu şekildedir. Onlara şu soruyu sormak isterim: “Sizin bir işletmeniz olsa ve bu işletmenin mülkiyeti devlete ait olsa mı daha çok ilgilenirsiniz yoksa kendinizin olsa mı?” Öncelikle geleneksel Marksistlerin şunu cevaplaması gerekir. İktisatta kuraldır bu: “İnsan ihtiyaçları sınırsız mıdır?” Kişisel olarak benim bir arabam, evim ve işim olsa bana yeterlidir ancak herkes benim ve Marksistler gibi düşünmez. Fakirliği bölüşmek yerine zenginliği topluma yayma temayülünde olduğumu söyleyebilirim. Adil bölüşümde servet eşitliği insanların farklı düzeydeki yeteneklerini körelteceğine inanıyorum. Marksistler’e göre; bir insanın veya zümrenin zenginleşmesi diğerlerinin sömürülmesine yol açmaktadır. Marksistlerin bahsettiği bu durum tekelci kapitalizmde olmaktadır. Benim bahsettiğim sistemde nicel ve nitelik anlamında böyle bir şey olması minimize edilmektedir.
Üçüncüsü; Solun üzerinde düşünmesi gereken konulardan birisi de “rekabet koşulları”dır. Önsel olarak “devlet kâr etmek için mi vardır yoksa halka hizmet etmek için mi çalışır?” sorusuna yanıt vermesi elzemdir. Çünkü rekabet şartlarının olmadığı ve bütün ekonomik hamlelerin devlet tarafından gerçekleştirildiği devletlerde bütçeye sürekli ek yük binmektedir. Bilindiği üzere Sovyet sosyalizminde özel işletmeler yoktu ve ekonomide devletin hâkimiyeti mevzu bahis idi. Halk ekonomik olarak görece rahatlık içerisindeydi ama devlet, bütçesini konsolide edebilmekte zorlanıyordu. Türkiye’de sosyalist ideologlar serbest piyasa ile sosyalizmin bir arada olup olamayacağını iyi tahlil etmelidir. Geleneksel sol bu konuda tavizsiz şekilde “hayır” cevabı vermektedir.
Dördüncüsü; Sol ve İslâm arasındaki ilişki de solun içinde sürekli tartışılan bir konudur. Örneğin; Hikmet Kıvılcımlı sol ile İslâm arasında verimli bir ilişki bulabilmiştir. Kıvılcımlı sosyalizmi İslâmlaştırmak yerine İslâm’ı sosyalistleştirmeye çalışmıştır. Kendisi kaba materyalizm yanılgısına düşmemiştir. Kendisi İslâm’ı eşitlikçi bir din olarak anlattığı tafsilatlı bir Kur’an tefsirine imza atmış ilk Türk sosyalisttir (Aydın, 2021, s. 134-135) Kitlelerle iletişim kurabilmek açısından bu konunun önemini algılamak gerekir.
Beşincisi bazı sol çevrelerin yurtseverliğe karşı takındıkları olumsuz tavırdır. Bu kesime göre Türkiye solu fazla yurtsever ve yerlidir. Oysa bizim sosyalizmi savunmamızın başlıca gayesi ülkemizin daha adil ve refah içerisinde yaşaması değil midir? Bu istenç neden milliyetçilikle yaftalanıyor anlamış değilim. Örneğin; bir Fransız sosyalisti Türk sosyalistinden daha az mı yurtsever? Cezayir Fransa’nın sömürgesi iken Fransız sosyalistlerinin birçoğu Fransız Devleti’nin politikasını desteklemedi mi? Enternasyonalizm düşüncesi özünde doğru bir düşüncedir ancak bu düşüncenin pratiğe dönüşmesi için bütün ulus devletlerin yıkılması, dünya devriminin olması ve sınırların kalkması gerekir aksi takdirde enternasyonalizm düşüncesi romantik devrimcilikten öteye gidemeyecektir. Gerçekçi olalım reel-politik anlayış yurtsever olmayı gerektiriyor. Geleneksel Marksistlerin örnek aldığı Sovyetler Birliği’nde bile Rus yurtseverliği vardı ve idari kadronun büyük bir bölümü Ruslardan oluşuyordu. Yani oligarşik bir yapı. Dünyada bunlar olurken benim ülkemi sevmemin ve çıkarını düşünmemin neresi milliyetçilik veyahut ırkçılıktır? Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki; paçal bir milliyetçilik demokrasinin içselleşmesine ve şiddetin yayılmasına hizmet eder.
Yazı Devam Edecek…
Kaynakça
Barış Aydın, “Kaybolmuş Sosyalizmin Eskicileri: Ernst Bloch ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı”, Geçmişten Geleceğe Kıvılcımlı’yı Anlamak, Notabene Yayınları, İstanbul, 2021, s. 134-135.




