Remzi Uysal – Lübeck, 24.7.2025
Son günlerde gündeme gelen ve kamuoyunda “yeni bir açılım süreci” olarak dillendirilen gelişmeler, ülkemizin geleceği ve birliği adına dikkatle ele alınmalıdır. Bu süreçlerin, kimlerle ve nasıl yürütüldüğü, yalnızca siyasal iktidarın değil, tüm halkın ortak vicdanını ve aklını ilgilendirmektedir.
Türkiye’nin temel sorunu olan terör meselesinin çözümü elbette hepimizin ortak dileğidir. Akan kanın durması, gençlerin ölmemesi, anaların ağlamaması hepimizin arzusu. Ancak bu barış ve çözüm adına atılacak adımlar, halkın vicdanını yaralayan yöntemlerle değil, meşruiyeti olan aktörlerle ve gerçek bir toplumsal uzlaşıyla yürütülmelidir.
Bu bağlamda, binlerce insanımızın ölümünden sorumlu, “bebek katili” olarak anılan bir kişi ile değil; halkın oylarıyla seçilmiş, dokuz yıldır hangi gerekçeyle cezaevinde tutulduğu bile meçhul olan Selahattin Demirtaş gibi siyasi aktörlerle bu süreç yürütülmelidir. Barış, hukuk temelinde yükselirse anlamlıdır. Suça karışmış olanlar adil, göstermelik olmayan mahkemelerde yargılanmalı; suça bulaşmamış, aldatılmış gençler ise topluma yeniden kazandırılmalıdır.
Bu noktada altı çizilmesi gereken husus şudur: Türkiye Cumhuriyeti, içinde barındırdığı tüm kültürel ve dilsel çeşitliliğe rağmen bir bütündür. “Türk” kavramı, yalnızca etnik bir kimlik değil, bu topraklarda yaşayan herkesin ortak yurttaşlık adıdır.
PKK’nın yıllardır yatırım yapılmasın, kalkınma olmasın diye iş makinelerini yaktığı bölgeler, artık devletin güçlü bir kalkınma seferberliğiyle ayağa kaldırılmalıdır. Eğitim, ekonomi ve sosyal projelerle bu coğrafyadaki gençlere umut verilmelidir. Böylece örgütlerin istismar alanları da ortadan kalkacaktır.
Sonuç olarak, barışın yolu adaletten, meşruiyetten ve halkın güveninden geçer. Terörü lanetlemek, halkı kucaklamak, ülkenin bütünlüğünü korurken kardeşliği inşa etmek mümkündür. Bu da ancak Atatürkçü, laik ve halkçı bir anlayışla başarılabilir.




