Devletlerin en çıplak, en görünür ve en derin şiddet biçimlerinden biri, bir halkın dilini hedef almasıdır. Çünkü dil, yalnızca bir iletişim aracı değil; kimliğin, belleğin, kültürün ve varoluşun en somut temsili, en sahici taşıyıcısıdır. Anadilde eğitimi yasaklamak, bir halkın ağzına mühür vurmak, tarihine zincir takmak ve kimliğini sistematik olarak tasfiye etmektir. Bu, durum hiç şüphesiz ölümcül bir şiddet biçimidir; “beyaz bir katliamdır.”
Birleşmiş Milletler’in, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, UNESCO’nun tanımlarında dil hakkı, vazgeçilmez bir insan hakkı olarak konumlandırılmıştır. İnsan haklarının özünde “insanın kendi olma, kendini ifade etme” özgürlüğü vardır. Bu özgürlüğün en çıplak biçimi anadildir. Anadilde eğitim hakkının yasaklanması, yalnızca bir pedagojik tercihin kısıtlanması değil; insanın doğuştan sahip olduğu varoluşsal hakkının gasp edilmesidir. Anadili yasaklamak, insanın kendi benliğini inşa etmesine ket vurmaktır; bireyi kendi aynasından, kendi sesinden, kendi köklerinden koparmaktır. Bu, insan haklarının özüne yönelmiş kabul edilemez bir müdahaledir.
Bir ülkedeki demokratik işleyiş, halkların ve bireylerin kendi dilleriyle, kendi kimlikleriyle kamusal alana katılımını güvence altına almakla mümkündür. Anadilde eğitimi yasaklamak, siyasal eşitliği ve demokratik temsiliyeti kökten çürütür. Çünkü dilini kamusal alana taşıyamayan bir topluluk, siyasette eşit aktör olamaz; sürekli bir azınlıklaştırma ve marjinalleştirme siyasetine mahkûm edilir. Anadilin dışlanması, çoğulculuğu reddetmek, demokrasiyi tek dilliliğin ve tek kimliğin zırhı içine hapsetmektir. Oysa gerçek demokrasi, farklı kimliklerin, farklı dillerin, farklı hafızaların özgürce yaşamasını, birbirini beslemesini ve çoğaltmasını mümkün kılar.
Anadilde eğitim, birlikte yaşamın en temel taşlarından biridir. Halklar yan yana yaşarken birbirlerinin diline, kültürüne ve kimliğine saygı göstermek, birbirine tahammül etmek zorundadır. Birbirinin üzerine tahakküm kurmak veya egemenlik talep etmek yerine, birlikte yaşamanın güzelliğini paylaşmak ve çoğaltmak esas olmalıdır. Ancak yüzyıllardır aynı toprakları paylaşan halklar, doğal komşuluk ve dayanışma ilişkilerinden uzaklaştırılarak, devletlerin kurduğu hiyerarşiler ve yasaklarla birbirine yabancılaştırılmıştır. Anadilin yasaklanması, bir dili susturmakla kalmaz; aynı zamanda birlikte yaşamanın en temel ilkelerini, karşılıklı saygıyı ve toplumsal uyumu zedeleyen sistematik bir siyasal müdahaledir. Bu yasak, halkları birbirine düşman etmeye, doğal komşuluk bağlarını kırmaya ve toplumsal dokuyu erozyona uğratmaya hizmet eder.
Bir halkı anadilinden koparmak, silahsız ama en etkili yıkım biçimidir. Çocukların okullarda anadillerinden uzaklaştırılması, onların hafızalarının sistematik biçimde silinmesi, toplumsal belleğin kırılması demektir. Bu, bir halkı “kendinden arındırma”, tarihten, kimlikten ve kültürden koparma politikasıdır. Asimilasyon, bireyin kendi anasını, kendi babasını, kendi geçmişini tanıyamaz hale getirilmesidir. Bu anlamda anadilin yasaklanması, sessiz bir soykırım; kan dökmeden işlenen ama kimliği hedef alan, kimliğin damarlarını kurutan “beyaz bir katliamdır.”
Dil ile kimlik arasındaki ilişki, yalnızca semantik bir bağ değil; varoluşsal bir birlikteliktir. Bir dilin yaşaması, o kimliğin varlığını sürdürmesi; o kimliğin yaşaması da dilin canlı kalması demektir. Bir dili hedef almak, aslında bir kültürü, bir toplumu, bir tarihi hedef almaktır. Dilin yok edilmesi, yalnızca kelimelerin silinmesi değil; hafızaların, değerlerin, duyguların, hatta halkların ruhunun öldürülmesidir. İşte bu nedenle bir dili yok etmeye çalışmak, yalnızca pedagojik bir tercih değil; doğrudan doğruya tarihsel bir zulüm, siyasal bir cinayettir.
Anadilde eğitim hakkını savunmak, bir halkın yalnızca dilini değil, tarihini, kimliğini, kültürünü ve onurunu savunmaktır. Çünkü dilini savunmak, insanı savunmaktır.
Sezin Semra SARAL



