Sezin Semra SARAL
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. İlber Oltaylı!

İlber Oltaylı!

Türkiye’nin entelektüel ikliminde, televizyon ekranlarından akademik kürsülere kadar uzanan bir figür olarak İlber Ortaylı, bilgiyle kurduğu hiyerarşik tahakküm mekanizmasının en temsilî aktörlerinden biridir.

Advert
featured
service
0
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Advert

Türkiye’nin entelektüel ikliminde, televizyon ekranlarından akademik kürsülere kadar uzanan bir figür olarak İlber Ortaylı, bilgiyle kurduğu hiyerarşik tahakküm mekanizmasının en temsilî aktörlerinden biridir. Kendine atfettiği epistemolojik otorite, yalnızca tarihsel vakalara dair değil, sosyolojik varoluşlara, kimliksel tahayyüllere ve ulusal aidiyet formlarına kadar uzanmaktadır. Kırım göçmeni İlber Ortaylı, bir tür “bilgi monarşisi” kurarak, bu coğrafyada kimlerin ne ölçüde “Türk” sayılabileceğine, hangi kültürel formun millî kabul edileceğine, kimliklerin hangi şemsiye altında “normalize” edileceğine karar verme yetkisini kendisinde gören bir akıl hocasına dönüşmüştür.

Tatar ‘kökenli’ bu ‘dahi adam’, Türkiye’ye hicretle gelen sayısız topluluktan biridir. Ancak tarihsel hafızasını, göçmenliğin inceliği ve kırılganlığı üzerinden değil, bir tür aristokratik aidiyet üzerinden kurmuştur. Kendisini köksüzlüğün kıyısında duran diğer diaspora unsurlarından ayıran şey, sahip olduğu kültürel sermayeyi (diller, kitaplar, üniversiteler, müzeler ve klasik müzik) yerli halkın üzerinde bir tahakküm aracına dönüştürme becerisidir. Bu tavır, post-kolonyal literatürde karşılığı olan bir pozisyondur: Epistemik sömürgecilik. Ortaylı, halkı “cehaleti” üzerinden aşağılayan, Doğuyu “eksik” ve geri olarak damgalayan, Batı’yı ise karşılaştırmalı olarak kutsayan zihinsel bir arka planın güncel temsilcisidir.

Onun Türklük anlayışı; etnik farklılıkları, kültürel heterojenliği, dilsel çoğulculuğu ve yerel kimlik taleplerini dışlayan bir ideolojik daralmadır. Ortaylı’nın kamuya açık platformlarda “Kürtlerin kendisini nasıl ifade etmesi gerektiği” üzerine yaptığı beyanatlar, kültürel tahakkümün ve sembolik şiddetin doğrudan ifadesidir. Bu söylem, ulus-devletin inşa sürecinde sıklıkla kullanılan “asimilasyoncu paternalizm” ile birebir örtüşür. Kürtlere ve diğer halklara dönük bu “pedagojik dil”, esasen onları özne değil nesne olarak konumlandırır. Ortaylı’nın dili, bir öğretmen değil, bir müfettiş dilidir. Kimlik denetimine çıkan bir memur gibi, kim “ne kadar Türk” onu ölçüp biçer, sonra notunu verir.

Ortaylı’nın ekranda kurduğu bu dilsel tahakküm, Weberyen anlamda bir “karizmatik otoriteye” dayanmaz. Aksine, “bürokratik bilgiye” dayanır: Dipnotların, bibliyografyaların, arşivlerin ve akademik terminolojinin kutsandığı bir tür rasyonel-abartılı otorite inşası. Oysa bilgi, kamusal alanda bir iktidar değil, eşitlikçi bir paylaşım zemini olarak işlev görmelidir. Fakat Ortaylı’nın bilgiyi kullanma tarzı, onu bir hegemonik aygıta dönüştürür. Bu anlamda Gramsci’nin “organik entelektüel” tanımının tam zıddında durur. O, halkın içinden gelen ve halkın dilinden konuşan bir figür değil; halkın üstünden konuşan, onu biçimlendirmeye, hizaya sokmaya çalışan “devletin entelektüelidir.”

Bir diğer deyişle, İlber Ortaylı bir “kültürel muhafız”dır. Toplumun hafızasını, tarih anlayışını ve kimlik tanımlarını belirleme yetkisini kendi tekelinde gören bu figür, bu yönüyle Habermas’ın “kamusal alan” tahayyülüne de aykırıdır. Çünkü gerçek bir kamusal alan, fikirlerin eşit zeminde çarpıştığı, kimsenin ötekine üstten bakmadığı bir tartışma alanıdır. Oysa Ortaylı, bu zemini sürekli dikeyleştirir; bilgiyi bir tür tabanca gibi kuşanır ve her soruda tetiğe basar.

Kendisini her alanda yetkin gören bu figürün “her konuda konuşma hakkı”nı kendisinde bulması, bilgiyle kurduğu narsisistik ilişkiyi de gözler önüne serer. Akademik birikimini kendisine hayran topluluklar üretmek için kullanan, ekranlardan halkı terbiye etmeye çalışan bu dil, eleştirel düşüncenin değil, aydın despotizminin dilidir. Ve bu despotizm, kimliklerin çoğulluğuna, halkların taleplerine ve toplumsal eşitliğe karşı tahammülsüzdür.

Sonuç olarak, İlber Ortaylı, Türkiye’nin entelektüel krizinin hem semptomu hem de aktörüdür. Bilgiyle kurduğu ilişki bir özgürleştirme değil, bir tahakküm aracıdır. Türklük tanımına dair söyledikleri ise bir sosyolojik açılım değil, ideolojik bir ahkâm kesmedir. Tarih onun belleğinde akademik bir nesneye, kimlik ise bir mühendislik projesine dönüşür. Bu nedenle onu dinlerken değil, sorgularken anlamak gerekir. Çünkü bilgi, sorgulandıkça özgürleşir; yücelik atfedildiğinde değil.

Sezin Semra SARAL

İlber Oltaylı!
+ - 0

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin