Ortadoğu coğrafyası, son yirmi yılda dış müdahalelerle defalarca yeniden şekillendirildi. Irak, Libya ve Suriye örneklerinde olduğu gibi, önce rejim şeytanlaştırıldı, sonra “özgürlük” ve “demokrasi” adı altında işgal veya iç savaşlarla ülkeler paramparça edildi. Bugün ise benzer bir senaryo İran üzerinden sahneye konmak üzere.
İran’ın olası bir askeri müdahaleyle yıkılması ya da iç karışıklıklarla zayıflatılması halinde, Batı’nın “güvenilir” gördüğü bazı isimlerin –örneğin Barzani, Talabani ya da benzeri figürlerin– traş edilip kravat takılarak “yeni cumhurbaşkanı” olarak ilan edilmesi işten bile değildir. 5-6 yıl içinde dünya kamuoyuna, “yeni İran” tanıtılırken, diğer yandan bölgedeki tüm dengeler Türkiye aleyhine değişebilir.
Akkuyu ve Nükleer Enerji: Yarının Suçlaması mı?
İran’a yönelik yürütülen “nükleer silah geliştiriyorlar” propagandasının benzeri, yarın Türkiye için de gündeme gelebilir. Özellikle Mersin’de kurulan Akkuyu Nükleer Güç Santrali, Batı’nın hedef tahtasına oturtulabilir.
Bugün enerji güvenliği adına atılan adımlar, yarın “nükleer silah üretimi” bahanesiyle Türkiye’ye yönelik baskılara dönüşebilir. ABD, AB ve İsrail gibi güçlerin bu konuda geçmişte nasıl hareket ettiğini gördük: Irak ve Libya örnekleri hafızalarda tazeliğini koruyor.
Gerçek Tehdit ve Olası Müdahale: Ne Yapmalıyız?
Bu tablo karşısında Türkiye’nin pasif bir bekleyiş içinde olması mümkün değildir. Eğer bir gün Batı bloğu Türkiye’ye “ben sana demokrasi getireceğim” diyerek operasyonel adımlar atarsa, elimizde yeterli caydırıcılığa sahip olmamız gerekir. İşte bu noktada yıllardır dile getirilen stratejik bir öneri gündeme geliyor:
Pakistan’dan nükleer batarya desteği sağlamak.
Bu öneri, saldırgan bir nükleer politika değil; aksine tamamen savunmaya ve caydırıcılığa dayalı bir stratejidir. Tıpkı Pakistan’ın Hindistan karşısındaki denge politikası gibi, Türkiye de bölgesel tehditlere karşı güvenlik eksenli bir nükleer koruma zırhı geliştirmek zorundadır.
Caydırıcılık Olmadan Bağımsızlık Olmaz
Bugün Akkuyu sadece enerji ihtiyacını karşılayan bir tesis değil, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasının sembollerinden biridir. Ancak bu sembol, koruma altına alınmadığı takdirde uluslararası şantajlara açık hale gelebilir. ABD’nin ve müttefiklerinin “barış ve özgürlük” maskesiyle müdahaleye zemin hazırladığı dönemler geride kalmadı.
Bu yüzden Türkiye, nükleer enerji altyapısını sadece sivil değil, stratejik güvenlik perspektifiyle de değerlendirmelidir. Gerekiyorsa, dış kaynaklardan alınacak destekle nükleer batarya edinmeli; bunu açık ve uluslararası hukuka uygun şekilde duyurmalıdır.
Sonuç: Hazırlıklı Olmayanlar Hedef Olur
İran’ın bugünkü durumu, Türkiye’nin yarın karşı karşıya kalabileceği tehditleri gözler önüne seriyor. Bugün sustuğumuz her müdahale, yarın bizim kapımızı çalabilir. Türkiye’nin enerji yatırımları, savunma politikaları ve dış ilişkilerinde bağımsızlık kadar caydırıcılık da esastır.
Unutulmamalıdır ki; bu coğrafyada ayakta kalmak için sadece haklı olmak yetmez. Güçlü, hazırlıklı ve caydırıcı olmak gerekir.




