Getting your Trinity Audio player ready... |
Ne zaman solda partiler arası güç birliği tartışmaları yapılsa veya öneriler sunulsa CHP içerisinden bazı insanlar hep aynı örnek üzerinden karşı duruş sergiler: 1991 seçimlerinde Halkın Emek Partisi (HEP) ile yapılan ittifak yüzünden SHP’nin oyları batıda düştü ve yeni birliktelikler de aynı sonuca sebebiyet verecektir.
SHP oylarının 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde bir önceki genel seçime oranla (1987) 4 puanlık düşüş göstermesinin faturası yıllarca HEP ile yapılan ittifaka kesilmiştir. Oysa bu düşüşü sadece HEP ile yapılan ittifaka bağlamak tarihi bir yanılgıdır. Bu tarihi yanılgı ile yüzleşmek ve ittifakla girilen ilk seçimin sonuçlarını doğru okumak için yapılması gereken, 1991 seçimlerine nasıl bir atmosferde girildiğini hatırlamakla olacaktır.
1991 seçimlerini kaybetmenin aslında başlıca üç sebebi vardır. Birincisi, DSP’nin oyları bölmesidir. İkincisi, “89 belediyeciliğindeki hatalar” ve belediyeler güdümünde sonuçlanan önseçime duyulan tepkidir. Üçüncüsü ise, parti içinde yaşanan Erdal İnönü – Deniz Baykal çekişmesi ve gruplaşmalardır. Faturanın ittifaka kesilmesini ise parti içi mücadele ve seçimden sonra yaşanan yemin krizi gibi gelişmelerle birlikte okumak gereklidir.
Seçimin hemen sonrasında SHP içerisinde yapılan özeleştiriler ekseriyetle 89 belediyeciliğinin eksikleri ve hataları, soldaki bölünmüşlük üzerine olsa da HEP milletvekillerinin Meclis’teki yemin töreninde kürsüden Kürtçe olarak sarf ettiği sözler ve sonrasında yaşanan tüm gelişmeler parti içi muhalefet tarafından kullanışlı bir koz olarak öne sürülmüş, seçim sonuçlarının günah keçisi bulunmuştur.
DSP etkisi
1991 seçimlerini kaybetmenin birinci sebebi, sol içindeki bölünmedir. 12 Eylül 1980’e doğru CHP içinde bir yol ayrımının belirdiğini ve bölünmenin kaçınılmaz olduğunu iddia eden Bülent Ecevit, SHP’yi “aşırı solculuk” yapmakla suçlamaya başlamış, 1987 genel seçimleri ve sonrasındaki seçim kampanyalarının temelini “SHP’deki aşırı solculuk” ve “SHP-HEP ittifakı” üzerine kurmuştur. Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu 28 Kasım 1987 tarihinde yayımlanan yazısında “sosyal demokrat sol”un iki başlılığına işaret ederek şu tespitlerde bulunuyordu: DSP Genel Başkanı Ecevit, on yıl öncesindeki gibi işçilerin, köylülerin, ezilen sınıf ve tabakaların “umudu” değil. ANAP’ın ve DYP’nin umudu daha çok. DSP ne kadar oy alırsa, SHP o kadar zarar görecek; bundan iki sağ parti, ANAP ve DYP kazançlı çıkacak…
Bu yazıdan dört yıl sonra tam da Mumcu’nun öngördüğü tablo gerçekleşti. Seçimlerden DYP ve ANAP kazançlı çıktı.
“89 Belediyeciliği” ve belediyeler güdümünde şekillenen önseçim listelerine verilen tepki
Seçimi kaybetmenin ikinci sebebi, “89 belediyeciliğindeki hatalar”dır. 1989 yerel seçimlerini kazanan belediye başkanları Erdal İnönü’nün naif kişiliğini ve örgütlere pek de dokunmayan yapısını da kullanarak hızla parti örgütlerine hakim oldular. Bu belediye başkanları, yapılan “ön seçimlerde” alelacele kaydedilen naylon üyelere oy kullandırarak özellikle batı illerinde aday listelerinin neredeyse tamamını belirleme gücünü elde ettiler. Böyle bir önseçim sonucu oluşan milletvekili aday listeleri 1991 seçimlerinde uygulanan “tercihli oy” sistemi ile seçmenin önüne geldi. Belediye başkanlarının sonuçları belirlediği önseçimlerde liste dışı kalan örgüt emekçileri belediye başkanlarını cezalandırmak amacıyla ya seçimlerde DSP’ye çalıştılar ya da oy kullanmadılar. SHP’nin kurucu genel başkanı Aydın Güven Gürkan, seçimin kaybedilmesinden altı gün sonra yenilenme vurgusu ile yaptığı açıklamada tam da bu noktaya işaret ediyordu: “Yenilenme sadece örgüt olarak değerlendirilmemelidir. Bu partide yanlışları, hataları, üye ve delege sahteciliğini biz yapmıyor muyuz? Bu nedenle üye yazımından delege seçimine, vatandaşlara, ilişkilere kadar kendimizi yenilemeliyiz.” (26.10.1991- Cumhuriyet)
Doğu/Güneydoğu illerindeki adaylar ise, kişisel çabaları, aile ve aşiret ilişkileri, bölgede sevilen insanların tercihli oy sisteminde önseçim listelerini değiştirebilme imkânına sahip olmaları, aday olan herkesin seçime tüm gücüyle asılması ile oylarını arttırdı. Batı illerinde dönemin belediye başkanlarının güdümünde seçmenin önüne gelen önseçim listesini tercihli oy yöntemi ile değiştiremeyeceğini anlayan adaylar ve örgütler ise, önseçimin sonuçlarını cezalandırmak istercesine seçim çalışmalarından adeta çekildi. Nitekim partinin milletvekili kaybettiği illerden İstanbul, İzmir, Manisa, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Aydın, Balıkesir gibi illerin tamamında SHP’li belediye başkanları görevdeyken, doğuda ise örneğin Kars’ta önseçimden 5. sırada çıkan aday tercihli oyla 1. sıraya yükselmiş, tüm adayların seçime var güçleri ile asılması ile de milletvekili sayısı artmıştı. Dolayısıyla SHP, 1991 seçimlerini doğuda verilen oylar nedeniyle değil batıda listelere ve “89 belediyeciliği”ne duyulan tepki nedeniyle verilmeyen oylar yüzünden kaybetti, demek mümkündür.
İnönü-Baykal çekişmesi
Seçim sonuçlarının asıl sebeplerinin çarpıtılmasındaki en önemli etken İnönü – Baykal mücadelesidir. Sonuçların açıklanmasından sadece birkaç gün sonra CHP’de İnönü’nün genel başkanlığına karşı çıkan ve başkanlık yarışı içinde olan Deniz Baykal ve ekibi, SHP oylarındaki düşüşün faturasını ittifak politikasına kesti. SHP uzun süren parti içi kavgalara sahne oldu, tartışmalar, kopmalar, ayrışmalar neticesinde yıllar süren kurultaylar dönemine girildi.
SHP içinde, yaşanan seçim kayıplarını büyük ölçüde bu teze dayandırarak parti içi muhalefet başlatanlar, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kapatılan CHP’yi tekrar kurdu. 1994 yerel seçimlerinde de Ankara ve İstanbul’da DSP, SHP ve CHP arasında bölünen oylar nedeniyle SHP’li belediyeler Refah Partisi’ne (RP) kaybedildi. 4 puanlık oy kaybı nedeniyle SHP yönetimini ve Erdal İnönü’yü suçlayan, ancak 1991’de alınan yüzde 20 oranındaki oyu sekiz yıl içinde yüzde 10’un altına düşürerek 1999 seçimlerinde baraj altında kalan kadrolar, bir yıl sonra tekrar göreve geldiler. Ancak sonraki 10 yıl boyunca partinin doğu / güneydoğu ile bağı adeta kopma noktasına geldi. Ve giderek parti, neredeyse MHP gibi milliyetçi çizgide politikalar ortaya koymaya başladı.
İttifakların partiye zarar verdiği söylemi nedeniyle öncesinde SHP’nin, sonra ise CHP’nin Kürtlerle ve sol siyasetle arasına adeta “kara kedi” girdi. Günah keçisi ilan edilen ve giderek ümidini kesen, kendilerini CHP’de ifade edemeyen sol, sosyal demokrat ve Kürt siyasetçiler yeni ve farklı çizgide kurulan siyasi partilerde yer almaya başladı. Ve CHP, Türkiye’nin tüm demokratlarını birleştiren parti olma özelliğini kaybetti. Ayrıca 1991 seçimlerinden sonra bir daha da solda geniş birlikteliğin kurabilmesi mümkün olmadı.
Kılıçdaroğlu’nun ittifak politikası tarihi bir dönüm noktası
İttifakın batıda oy kaybettirdiği gerekçesi uzun yıllar partiye adeta tek bir ağızdan egemen oldu, ta ki 2019 yerel seçimlerinde birlikte mücadelenin gücünü yeniden fark edene ve batı illerinde bile seçimleri ancak ittifakla kazanabileceğini fark edene dek. Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP’den geleneğinden gelerek daha sonra İyi Parti adını alan ülkücülerle Kürtleri, laik kesim ile Milli Görüş geleneğinden gelen Saadet Partilileri, Demokrat partilileri, kendisini hiçbir siyasi parti ve anlayışla tanımlamayan genç seçmeni, yerel seçim tarihi itibariyle henüz partileşmemiş Deva ve Gelecek partileri seçmen tabanını, halen MHP içinde olup da Cumhur İttifakına oy vermeyen ülkücüleri, 16 Nisan Referandumu’nda, 31 Mart ve 23 Haziran’da aynı partiye/adaya oy vermeye ikna edebilen Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu ve geliştirdiği ittifak ve diyalog politikası bu anlamda Türkiye siyasi tarihi için bir dönüm noktasına işaret etmektedir. CHP bu vesile ile 1991 seçim sonuçları ile de yüzleşmeli, partiler arası diyaloğu doğru temelde tanımlamalıdır. Onurlu, ilkeli, huzurlu diyaloglara zemin hazırlamalı, sağ popülist / otoriter politikalara karşı demokrasi hattının çizilmesine önderlik etmelidir. CHP’nin 37. Olağan Kurultayı bunun yöntem ve felsefesine ışık tutmalıdır.
Kurultayın asıl tarihi önemi bu olacaktır.
İnan Akgün Alp