Getting your Trinity Audio player ready... |
Cumhuriyet Halk Partisi kuruluşu ile birlikte devrimlere imza atmış, din ve devlet işlerinin ayrılmasını, eğitim, hukuk ve idari yapılanma alanlarının din kurallarından arındırılmasını sağlamış, dinin siyasetteki etkisini kırmış, hilafeti ve saltanatlığı kaldırmış, laiklik ilkesini Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden birisi haline getirmiş, kadınlara seçme ve seçilme hakkı getirmiş, kadınların örtünme zorunluluğunu kaldırmış, kadınların eğitim ve çalışma yaşamında yer almalarını sağlamış, okuma yazma oranının artmasını sağlamış, bilim, felsefe ve sanat alanlarında açılımların gerçekleşmesini ve modern üniversitelerin kurulmasını sağlamış, hem temel hem de gelişmiş eğitim alanlarında radikal reformlara imza atmış, özel sektörün oluşumunu teşvik etmekle birlikte, güçlü bir kamu sektörü yaratmış, elitist, emperyalist ve teokratik bir imparatorluğu, halkçı, barışçı ve laik bir cumhuriyete dönüştürmüş, Türkiye’nin ileri uygarlık yolundaki ilk adımlarını atmasını sağlamıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi daha sonra, Genel Başkan İsmet İnönü öncülüğünde, partinin devrimci ruhunu yaşatmaya devam etmiş, 1946 yılında çok partili parlamenter sisteme geçilmesini sağlamış, 1959 yılında Kurultay’da kabul ettiği “İlk Hedefler Beyannamesi” ile temel hak ve özgürlüklerin, düşünce ve basın özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün, sosyal, sendikal ve ekonomik hakların güvence altına alınması doğrultusunda önemli adımlar atmış, bu ilkeler Türkiye’nin en demokratik anayasası olarak kabul edilen 1961 Anayasası’na yansımış, 1965 yılında da İnönü CHP’nin “ortanın solunda” durduğunu açıklamıştır.
1970’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi, Bülent Ecevit’in öncülüğünde, “ortanın solu” kavramını demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeler ve politikalar bağlamında somut bir hale getirmiş, devrimci ruhunu bu dönemde de sürdürmüş, eşitlik, özgürlük, dayanışma, üretim, paylaşım ve emek eksenli bir politika ortaya atmış, sosyal ve ekonomik adaletin sağlanmasını, mevcut düzenin değiştirilerek adil bir düzene geçilmesini, emeğin karşılığının alınmasını, sömürünün ortadan kalkmasını temel bir hedef olarak ortaya koymuştur. Söz konusu ilkeler ve buna uygun politikalar partinin 1976 Kurultayında Parti Programı’na konmuş, CHP aynı yıl, dünyanın en büyük küresel sol örgütlenmesi olan Sosyalist Enternasyonale üye olmuştur. CHP halen bu örgütün Türkiye’deki tek üyesidir. CHP’nin sol ideolojisi, “Bu Düzen Değişmeli”, “Ne Ezen Ne Ezilen, Hakça Bir Düzen”, “Toprak İşleyenin, Su Kullananın” gibi unutulmaz söylemlerle Türkiye’nin siyasi tarihine geçmiş, CHP 1970’lerde gerçekleşen iki genel seçimden de birinci parti olarak çıkmayı başarmış, 1973 seçimlerinde %33, 1977 seçimlerinde %41 oranında oy almıştır.
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış, CHP kadroları farklı partilere dağılmıştır. Önce Halkçı Parti (HP) ve Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kurulmuş, HP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan ve SODEP Genel Başkanı Erdal İnönü iki partinin birleşmesi konusunda anlaşmış, 1985’de İnönü’nün liderliğinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) kurulmuştur. Aynı yıl hemen arkasından Bülent Ecevit de Demokratik Sol Partiyi (DSP) kurmuştur. Böylece merkez sol ikiye bölünmüş, ancak buna rağmen 1989 yılında Sosyal Demokrat Halkçı Parti, İnönü liderliğinde, yerel seçimlerde %28 oyla birinci parti çıkmıştır. Hem SHP hem de DSP, CHP’nin 1970’lerde resmen benimsediği sol kimliğinden, sosyal demokrat ve demokratik sol ilkelerinden hiçbir zaman taviz vermemişler, bu doğrultuda politikalar üreterek mücadele etmeye devam etmişlerdir.
1992 yılı CHP açısından tarihi bir dönüm noktası olmuş, Cumhuriyet Halk Partisi, Deniz Baykal’ın öncülüğünde, 12 yıl aradan sonra yeniden açılmış, SHP de 1995’te CHP’ye katılarak hukuksal varlığına son vermiştir. Baykal’ın Genel Başkanlığındaki CHP, 1994 Kurultayında, 1976 programındaki demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeleri aynen korumuş, ayrıca somut politikaları güncel toplumsal sorunlara göre yenilemiştir. Bu çerçevede, SHP tarafından daha önce ortaya konan Kürt sorununa yönelik çözüm önerileri, DGM’lerin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Olağanüstü Hal uygulamasının, idam cezasının, öğrencilere ve öğretim üyelerine siyaset yasağının ve YÖK’ün kaldırılması, Avrupa Birliği’ne üyelik doğrultusunda gerekli reformların yapılması gibi demokratikleşme doğrultusundaki birçok unsur programda yer almıştır. Programda ayrıca, ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerinin alınması, işçi hareketlerinin ve sendikal hareketlerin güçlendirilmesi, gelir dağılımında bir denge sağlanması doğrultusundaki öneriler de yer almıştır.
Ancak tüm bunlara rağmen CHP, Baykal yönetiminde, partinin programındaki kurumsal kimlikten sık sık sapılarak sağ siyasete açılımlar yapılması, kadro ve söylem bağlamında ideolojik zemin kaymaları yaşanması, sol, sosyal demokrat, halkçı, devrimci söylemlerin ve politikaların arka planda kalması, partinin bir düzen partisi görüntüsü vermesi, parti içi demokrasi mekanizmasının çalıştırılmaması, tüzüğün anti-demokratik bir hale getirilmesi, tabandan tepeye doğru değil, tepeden inme bir örgütlenme modelinin geliştirilmesi, Parti Meclisinin tüzükte belirtilen işlevlerini yerine getirmesinin ve bu çerçevede parti politikalarını belirlemesinin engellenmesi, parti içi eğitimin büyük ölçüde askıya alınması, sağlıklı bir üye yapısının oluşturulmaması, partinin gençlere açılmaması, kadroların yeterince yenilenmemesi, Türkiye’nin sorunlarına yönelik çözüm önerilerinin ve projelerin yeterince anlatılamaması, halkla kalıcı bir temas sağlanamaması ve sağlıklı bir iletişim kurulamaması nedeniyle, ne yazık ki girmiş olduğu tüm seçimleri, yani toplam sekiz genel ve yerel seçimi, her seferinde açık bir farkla kaybetmiştir.
Baykal’ın istifa etmesinden sonra, 2010 yılında, Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olmuş, Kılıçdaroğlu sol, sosyal demokrat, halkçı, devrimci söylemi yeniden canlandırmış, ancak bu söyleme uygun tutarlı kadroları oluşturmakta ve bu söyleme uygun somut radikal projeler geliştirmekte yetersiz kalmıştır. Baykal gibi girdiği tüm seçimleri kaybetmesine karşın, parti içi demokrasinin önünü keserek, kendisinin seçilmesi için her yolu denemiş ve koltuğuna adeta yapışmış durumdadır.
Burhanettin YILMAZ