Getting your Trinity Audio player ready... |
Bugün Ümit Özdağ’ın tutuklanması, hukuki bir sürecin sonucu olmaktan çok, siyasi bir pozisyonun pekiştirildiği bir kriz mühendisliğine dönüştürülmüştür. Bu süreçte Özdağ’a giydirilen “mağduriyet gömleği”, sadece onun değil, temsil ettiği ırkçı-milliyetçi ideolojinin toplumsal meşruiyet kazanması için işlevsizleştirilmektedir. Bu gömlek yırtılmadıkça, Türkiye’nin siyasal iklimi giderek daha fazla faşizanlaşmak gibi bir riskten kurtulamayacaktır.
Ümit Özdağ, sıradan bir sağ siyasetçi değildir. O, açık bir etnosentrik faşizm hattında yürüyen, söylemini doğrudan Kürt halkının varlığına, haklarına ve siyasal taleplerine düşmanlık üzerinden kuran bir siyasal figürdür. Onun siyasi tahayyülünde “Kürt” yalnızca bir güvenlik sorunu, bir iç tehdit ya da beka meselesidir. Kürt halkının demokratik siyasal öznesi olan HDP-DEM yapılarını ya da Kürt hareketinin toplumsal taleplerini “terörle işbirliği” olarak yaftalayan, anayasal yurttaşlığı etnik Türk kimliğine indirgemek isteyen bir ajanda taşımaktadır.
Bu ajanda sadece Kürt halkını hedef almamaktadır. Aynı zamanda Türkiye toplumunu tek tipleştirmek isteyen, çoğulculuğu reddeden, göçmen karşıtlığı ile nefret siyasetini besleyen, linç kültürünü olağanlaştıran bir milliyetçi-muhafazakâr mutabakatın içinde şekillenmektedir. Ümit Özdağ’ın Türk siyasetinde işgal ettiği yer, bu mutabakatın sivil militanıdır: Devletin içinden gelen ama sokakta kitle mobilizasyonunu hedefleyen, yasal siyaset ile paramiliter çağrılar arasında gidip gelen hibrit bir siyasetçidir.
Bugün onun cezaevinde bulunması, bu çizgiyi zayıflatmak şöyle dursun, aksine bu çizgiyi daha da meşrulaştırmaktadır. Çünkü Türkiye’de cezaevine konulan her siyasetçi, haklı olsun ya da olmasın, “düzenle kavga eden cesur kişi” mitosuyla donatılır. Özdağ da bu mitosa eklemlenerek, içeride geçirdiği her günü bir “direniş gününe” dönüştürmeye çalışmaktadır. Oysa gerçek direniş, halkların eşitliği için bedel ödeyenlerin öyküsüdür. Faşist siyasal ajandaların “mağduriyet tiyatrosu” değil.
Ümit Özdağ’ın temsil ettiği siyasal hat, sadece ideolojik bir nefret söylemi değil, aynı zamanda bir rejim önerisidir. Bu rejim önerisi; etnik homojenliği esas alan, Kürtlerin eşit yurttaşlığını reddeden, göçmenleri kriminalize eden ve tüm demokratik özneleri “düşman” olarak kodlayan bir otoriter milliyetçiliği dayatmaktadır. Bu, 21. yüzyıl Türkiye’sinin kendi iç barışını ve siyasal çoğulculuğunu hedef alan en tehlikeli güzergâhtır. Ümit Özdağ’ın suskunluğu değil, konuşması tehditkârdır; içeride olması değil, düşüncesinin dolaşımda olması toplum için toksiktir.
Bu bağlamda, Özdağ’ın tutuklanması onu susturmamış; tersine onu yeniden üretmiştir. Onun cezaevinde olması, temsil ettiği faşizan ajandayı görünmez kılmaz; aksine “haksızlığa uğrayan milliyetçi lider” estetiği altında onu cilalar. Bu durum, Türkiye’de siyasal mağduriyetin nasıl sistematik olarak araçsallaştırıldığını bir kez daha göstermektedir. Oysa siyasetçinin cezaevine girmesi değil, ne uğruna siyasete soyunduğu, hangi toplumsal kesimleri hedef tahtasına oturttuğu ve bu ülkenin geleceğini nasıl bir karanlığa çekmeye çalıştığıdır esas olan.
Özdağ’ın cezaevindeki varlığı, bir hakikat üretmiyor; bir illüzyon yaratıyor. Bu illüzyon yırtılmadan, faşizmin mağdur kostümü sökülmeden, Türkiye toplumu gerçek bir yüzleşmeye varamayacaktır. Bu nedenle, Ümit Özdağ’ın tutulduğu yerin hücre değil, daha geniş bir ideolojik alan olduğunu görmek gerekiyor. Ve asıl tehlike, o alanın büyümesine sessiz kalmaktır.”
Sezin Semra SARAL