Burhanettin Yılmaz
Silivri Cezaevi’nden gelen mektup, sadece bir tutuklunun değil; bir adayın, bir siyasetçinin, hatta bir umudun sesiydi. Ekrem İmamoğlu, avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada, CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na açıkça sitem ediyor: “Bu sözler insanı derinden yakar… Büyük bir ihanete uğrama duygusuyla karşı karşıyayım.”
İmamoğlu’nun sitemi haksız mı? Değil. Günlerdir içeride olan bir cumhurbaşkanı adayı, bir belediye başkanı, bir siyasetçi değil sadece; ailesinden, seçmeninden, halkından koparılmış bir yurttaş olarak, doğal olarak partisinden ve geçmişte beraber yürüdüğü isimlerden destek bekliyor. Ancak haklılık duygusu, bazen siyasi gerçeklerle çelişebilir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “miting veya eylemleri doğru bulmuyorum” sözleri ise başka bir yerden konuşuyor. Bir yerden sonra siyasetin duygulardan çok akla yaslanması gerektiğini söyleyen bir dilden… Çünkü CHP, sadece Ekrem İmamoğlu için değil; 86 milyonluk Türkiye için bir gelecek vizyonu oluşturmakla sorumlu.
***
Bugün CHP bir yol ayrımındadır. Ya tarihi boyunca olduğu gibi kişilere değil fikirlere dayalı bir siyaset izleyecek; ya da medya manipülasyonları, anlık tepkiler ve davalar üzerinden çizilen bir rotaya hapsolacaktır.
Kılıçdaroğlu’nun söyledikleri, bu anlamda bir “geri çekiliş” değil, belki de bir “ileri atılımın” zemini olabilir. Çünkü şu an Türkiye’de; açlık sınırının altındaki ücretlere mahkûm edilmiş milyonlar, çöken bir sağlık ve eğitim sistemi, kaybolan adalet duygusu, çözümsüz hale gelen genç işsizliği gibi yakıcı meseleler var.
Bu tabloda mitingler yerine, neyi nasıl değiştireceğini konuşan bir siyaset dili kurmak, aslında daha uzun vadeli bir mücadeleyi ifade eder. Elbette bu, tutukluluk sürecindeki adaletsizlikleri yok saymak değildir. Ama bunları aşmanın yolu, duygusal reflekslerle değil, siyasal stratejilerle olur.
***
İmamoğlu’na yapılanın adil olmadığını söylemek bir vicdan meselesidir. Ancak bir partiyi yalnızca bir kişi üzerinden okumak da başka bir adaletsizliktir. CHP 100 yıllık bir çınardır; gövdesi değişebilir ama kökleri yerindedir.
Bugün asıl mesele şu soruda gizlidir: CHP, bir adalet yürüyüşünü yalnızca bir kişinin davası için mi yapmalı? Yoksa bu ülkedeki milyonlarca insanın eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı için mi yeniden yola koyulmalı?
Kılıçdaroğlu belki de şunu söylüyor: Bir kişiyi savunmak için değil, halkı savunmak için yürümek gerek. Çünkü siyaset, kişisel sarsıntıların değil; toplumsal fay hatlarının üzerinde yükselirse kalıcı olur.
Sonuç olarak, bir gün İmamoğlu içeriden çıkacak. O gün geldiğinde CHP’nin onu karşılayacak bir örgütü, sağlam bir programı ve halkla bağını koruyan bir siyasal iradesi var mı? Asıl soru bu.
Adalet, sadece bir mahkeme salonunda değil; partilerin iç dengelerinde, liderlerin tavırlarında ve seçmenin vicdanında da tecelli eder. Kılıçdaroğlu’nun suskunluğu belki sessizlik değildir; belki de derin bir kavganın başka bir biçimidir.




