Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Utku Çakırözer tarafından NATO Parlamenterler Asamblesi’ne sunulan “İran’ın Bölge ve Avro-Atlantik Güvenliğine Yönelik Tehdidi” başlıklı 28 sayfalık rapor, yalnızca teknik bir dış politika metni değildir. Bu rapor, Türkiye’de muhalefet partisi sıfatını taşıyan CHP’nin, uluslararası alanda Atlantik merkezli güvenlik mimarisine tam entegrasyon çizgisinde olduğunu açıkça gösteren bir belgedir.
Üstelik bu belge, yalnızca İran karşıtlığı üzerinden şekillenen bir tehdit algısı değil; Türkiye’nin Amerikan-İsrail eksenine yeniden konumlandırılması arayışının da siyasal bir izdüşümüdür.
Bir NATO Raporu mu, Yoksa Washington Brifingi mi?
CHP’nin raporunda kullanılan dil, NATO’nun klasik “tehdit katalogu”ndan neredeyse birebir alınmış gibidir. “Kargaşa ekseni”, “revizyonist rejimler”, “kurallara dayalı uluslararası düzen” gibi ifadeler, Soğuk Savaş döneminden bu yana Batı bloğunun ideolojik kodlarını yansıtır.
Rapor, İran’ı yalnızca bölgesel bir risk olarak değil, Çin, Rusya ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile birlikte “dünya düzenini altüst etmeye çalışan” bir tehdit olarak tanımlar.
Bu tanımlama, NATO’nun genişleme stratejisini gerekçelendirmek için kullanılan klasik şemadır: Tehdidi tanımla, çevreleme politikasını meşrulaştır.
CHP’nin bu dili sahiplenmesi, Türkiye’deki “Atlantikçilik”in yalnızca iktidar cephesinde değil, sistemin bütün siyasal katmanlarında yerleşik hale geldiğini göstermektedir.
Raporun “Körfez ülkeleri NATO’ya alınsın” tavsiyesi ise, Atlantik İttifakı’nın Ortadoğu’da kurumsal bir hâkimiyet kurma projesine verilen açık destektir. Bu öneri, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi otoriter rejimleri NATO şemsiyesine dahil etme çağrısıdır.
Kısacası, rapor “demokratik güvenlik” söyleminin ardında petrol, silah ve nüfuz hesaplarını gizleyen klasik emperyalist vizyonun güncellenmiş hâlidir.
İran’ı Tehdit Olarak Görmek: Batı’nın Gözüyle Bölgeye Bakmak
CHP’nin İran’ı “bölgesel ve Avro-Atlantik güvenliğine tehdit” olarak tanımlaması, Türkiye’nin bağımsız bir dış politika perspektifinden tamamen uzaklaştığının göstergesidir.
Oysa İran, elbette eleştirilebilir, ancak bu ülke ABD ve İsrail’in saldırgan politikalarına karşı bölgesel denge unsurlarından biridir.
Bugün Washington ve Tel Aviv ekseni, İran’ı “şer odağı” ilan ederken, aslında Ortadoğu’nun direnç hattını hedef almaktadır. Irak’ın işgalinden, Suriye’nin parçalanmasına, Filistin’in yıkımına kadar uzanan emperyalist zincirin bir halkası da İran karşıtlığıdır.
CHP’nin NATO’ya sunduğu bu rapor, Türkiye’nin değil, Pentagon’un güvenlik önceliklerinin savunusudur.
Raporun övgüyle andığı Kürecik Radarı, Türkiye’nin topraklarında kurulu olan ve İsrail’in güvenliği için çalışan bir erken uyarı sistemidir. İran’ı izler, İsrail’i korur, Türkiye’yi ise hedefe oturtur.
Bugün Malatya Kürecik’teki radar, emperyalizmin gözü olarak çalışırken, CHP’nin bu sistemi “NATO mimarisinin başarısı” olarak tanımlaması, bağımsızlık fikrinin CHP nezdinde ne kadar aşındığını göstermektedir.
Atlantik’in Solu: Bağımsızlıkçı Gelenekten Kopuş
Cumhuriyet Halk Partisi, kuruluş yıllarındaki “tam bağımsızlık” çizgisinden bugüne adım adım uzaklaşmıştır.
Atatürk’ün 1930’larda “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini, emperyalizme mesafe koyan bir bağımsızlık politikası olarak tanımladığı dönemin yerini, Atlantik İttifakı’nın savunuculuğu almıştır.
Soğuk Savaş sonrasında “Batı değerleriyle bütünleşme” adı altında yürütülen çizgi, bugün CHP’nin NATO adına İran’ı hedefe koyan raporlarıyla sonuçlanmıştır.
Solun görevi, emperyalist bloklar arasındaki çıkar çatışmalarında bir tarafın borazanı olmak değil; bölge halklarının özgürlük, barış ve eşitlik taleplerini savunmaktır.
Oysa CHP, son yıllarda gerek Ukrayna meselesinde, gerek Filistin-İsrail krizinde, gerekse bu son NATO raporunda ABD’nin küresel stratejisine entegre bir muhalefet modeli sergilemektedir.
Solun Yeniden Yönü: Atlantik’ten Uzak, Halktan Yana
Türkiye’nin dış politikası, artık yalnızca iktidarın değil, “muhalefetin de Atlantikçi olması” nedeniyle milli iradeden kopmuş bir eksene oturmuş durumda.
Gerçek sol muhalefet, bölge halklarının kendi kaderini tayin hakkını, emperyalist ittifakların çıkar hesaplarına karşı savunmak zorundadır.
İran’ı, Çin’i, Rusya’yı toptan “tehdit ekseni” ilan etmek, Batı’nın güvenlik paradigmasını içselleştirmektir.
Oysa Ortadoğu’nun gerçeği şudur: Tehdit, yabancı üslerde, emperyalist ordularda ve küresel tekellerin çıkar savaşlarında saklıdır.
CHP’nin NATO raporu, bu gerçeği gizleyen ideolojik bir örtüden ibarettir.
Bugün Türkiye’ye düşen görev, “kargaşa ekseni” değil, “bağımsızlık ekseni” inşa etmektir.
Emperyalizmin barış getirmeyeceği artık yüz yılın gerçeğidir. Barış, ne Washington’dan gelir, ne Brüksel’den. Barış, Anadolu’dan, Tahran’dan, Şam’dan, Filistin’den yükselecek ortak bir halk hareketiyle mümkündür.
Sonuç:
CHP’nin NATO’ya sunduğu “İran tehdidi” raporu, Türkiye’deki siyasal sistemin Atlantik merkezli statükoya nasıl bağlandığını gözler önüne sermektedir.
Sol, eğer yeniden halkın sesi olacaksa, bu çizgiyle hesaplaşmak zorundadır.
Zira NATO’ya sunulan her rapor, Türkiye’nin bağımsızlığından biraz daha kopar; halktan uzaklaşır, emperyalizme yaklaşır.
Burhanettin Yılmaz



