Getting your Trinity Audio player ready... |
Özgürlüğün toplumsal bir olgu olması, özgürlükten yoksun toplumsal koşullarda özgür düşünceye sahip olabilmemize engel değil.
Toplumsal koşullar ile bilinç arasında kurulan ilişki, ‘belirleyen ve ona bağlı belirlenen’ anlayışından kaynaklanıyor. Bu anlayış, bireysel farklılıkları ortadan kaldırdığı gibi bireyin önceden görme olanağını da yok sayar. Dahası, bireyin bilincini yaşanan maddi koşulların esiri/tutsağı yapar. Bu durum feodal bir anlayışın vardığı noktadan başka bir şey değil. Kısaca edilgen, kaderci, koşulları zorlamayan ve gidişata müdahale edemeyen insan tipidir. Bu tip insanların ‘özgür birey’ olma olanağı olmadığı gibi özgür bireyi anlama olanağı da yoktur.
Özellikle 12 Eylül sonrasında yoğunlaşmış bir biçimde hayata geçirilen depolitizasyon projesi, kurulu sistemler için en büyük tehdidi oluşturan özgür düşünceyi/özgür bireyi yok etmekle kalmadı, sisteme zarar vermeyecek olan kendi “özgür birey ‘ini de yarattı. 12 Eylül despotizmi siyasi partilerde üyelerinin de özgürce karar verme yetisini de elinden aldı.
Günümüz siyasi koşullarında demokrasiyi içinde en iyi barındıran Cumhuriyet Halk Partisini de bile parti içi seçimlerinde delege ağalarının ve para babalarının ele geçirdiği yöneticilerin belirlediği kişileri aklını kiraya vermiş delegelere seçtirerek antidemokratik davranışı hâkim kılar.
Yaşamda tutunamayanlar, bunalımı bir yaşam biçimi olarak benimseyenler, bir puta tapanlar, koşulsuz olarak tarikatlara boyun eğenler de kendilerini “özgür birey’ olarak adlandırabiliyorsa, bu durum sistemin anlamsızlaştırma ve farklı algılamalar yaratma konusundaki başarısını gösteriyor ne yazık ki.
Kendisini özgür birey olarak görenler, birilerinin yazıp ellerine tutuşturduğu listeye oy verenler ile tarikat anlayışı içindeki biat kültürü arasında ki benzeşmeden ders almak durumunda değil mi?
Sistem tarafından biçimlendirilen ve kendilerini “özgür’ sanan bu insanların bir kısmında hem düşünsel alanda hem de gerçek yaşamda toplumsal sorunlara kayıtsız kalmak; bir kısmında herhangi bir kutsala kayıtsız-şartsız itaat etmek; bir kısmında ise özgürlük adına diktatörleri yüceltmek göze çarpıyor.
Bu farklı “özgür bireyler’, farklı tanımlamaları hak ediyorlarsa da gerçek anlamda özgür birey olmamaları ortak noktalarıdır.
Bu kesimler içinde özellikli bir yere sahip olan ve sayıları hayli fazla olan ‘kayıtsızlar’ daha çok göze çarpmaktadır.
“Ben özgürüm istediğimi yaparım’ sözünü sıklıkla kullanan bu kesim, toplumsal koşullara biçimce/ şeklen baş kaldırırken, koşulların değişimine değil devamına katkı sağladıklarını göremiyorlar. Sistemi rahatsız etmeyen ama yakın çevresiyle çatışma halinde olan ve toplumsal sorumluluklardan kaçan bu insanlara ‘özgür birey’ dememiz mümkün değildir; Olsa olsa onlara aklını kiraya vermiş birey denilebilir.
Özgür bireyin tarihte oynadığı rolü dikkate alarak şu özelliklerini sayabiliriz:
Özgür birey, özgürce düşünebilen bireydir;
Özgürce düşünmek, kalıplardan sıyrılmayı gerektirir;
Kalıplardan sıyrılmak, egemen düşüncenin aşılmasıyla olanaklıdır;
Egemen düşünceyi aşmak için her türlü kutsallığın sorgulanması gerekiyor;
Kutsallıkların sorgulayabilmek, belli bir bilgi birikimine bağlıdır;
Bilgi ile özgür düşünce arasında zorunlu bir bağ vardır;
Özgür düşünce sorumluluk yükler insana;
Sorumluluk, toplumsal koşullara müdahil olmakla, başkaldırmakla yerine getirilebilir;
Müdahil olmak, feodalizmin kölesi olup yeni bir kutsal yaratmak için değil tüm kutsallardan kurtulmak için olmalı;
Kutsallardan ve feodalizmden kurtulmadıkça ne özgür bireyden ne de toplumsal özgürlükten söz edilebilir…
Burhanettin Yılmaz