Kasabayla taşranın çatışmasının kendine özgü baştan çıkarıcı bir yanı var. Kentli ve kırsal kesimin büyük ölçüde ayrı yaşamlar sürdüğü bir çağda, düzenli şehir sokaklarına dalan çiftlik araçlarıyla hayvanların görüntüsü genellikle sarsıcı bir çekicilik taşır.
Bu türden son karşılaşma, birkaç gün önce en az 1200 traktörün Avrupa Parlamentosu’nda bir araya geldiği Brüksel’de yaşandı. Protesto, çok da uzakta olmayan özel bir Avrupa Birliği (AB) zirvesi toplantısına katılan Avrupalı liderlere yönelikti ve ardından gelen çekişme bildik bir senaryoyu izledi. Çiftçiler şenlik ateşi yaktı, heykellere saldırdı, etrafa gübre döktü ve polise envai çeşit şey fırlattı. Tam donanımlı çevik kuvvet kıyafetleri giyen polis, protestoculara coplarla saldırdıktan sonra hortum ve tazyikli su kullandı.
Avrupalı çiftçilerin son aylardaki en büyük ve öfkeli güç gösterilerinden biri olsa da münferit bir protesto değildi. Çoğunluğu Belçikalı olan çiftçiler başkentteki Lüksemburg Meydanı’na inerken, Fransız meslektaşları da Paris’i kuşatmış, şehri “aç bırakarak” boyun eğdirmekle tehdit ediyordu. İspanya, Portekiz, Almanya, Hollanda, Romanya ve Polonya’daki çiftçiler geçen yazdan beri protestolar düzenliyor.
Kırsal kesimdeki öfkenin bu tezahürleri, kabaca tabiriyle popülist parti ve siyasetçilere desteğin arttığını gösteren anketler ve geçen yılın sonlarında Slovakya ve Hollanda’da popülist siyasetçilerin birinci çıktığı iki parlamento seçimiyle birleşince Avrupa‘nın dört bir yanındaki ülkelerde siyasi memnuniyetsizliğin arttığına işaret ediyor. Ardından radikal sağcı Alternative fur Deutschland (AfD) partisinin bir bölümünün asimile olmamış göçmenler diye tanımlanan kişilerin ülkelerine geri gönderilmesi ihtimalini ve diğer meseleleri tartışmak üzere önceki iki hafta içinde bir araya geldiğini öğrenen pek çok Alman şoke oldu.
Şimdi, bunun AfD tarafından bile politika haline getirilme ihtimali taşıdığına dair hiçbir işaret yok ve her görüşten ana akım Alman politikacı tarafından sertçe eleştirilmesinin yanı sıra yaygın sokak protestolarına da yol açtı. Ancak çiftçilerin gözle görülür protestolarının sayısından AfD’nin gizli toplantısına kadar tüm bu unsurlar, Avrupa’nın yeni bir devrim dönemine, belki de 1848’dekine benzer bir döneme girdiği ve/veya AB’yi doğuran, her zamankinden daha yakın bir Avrupa işbirliğine yönelik eğilimin sonuna yaklaştığı görüşünü destekliyor.
Bana kalsa noktaları bu şekilde birleştirmeyeceğimi söylemem gerek. Hatta birleştirilecek çok fazla nokta olduğunu da sanmıyorum.
Yine de en az diğer gelişmeler kadar ve belki daha da alakalı olabilecek genel bir bağlam var. Bu yıl Portekiz, Belçika ve Avusturya’da değişim yaratabilecek seçimler yapılacak; hazirandaysa AB genelinde Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Fransa ve Almanya’daki hükümetler zayıflık ve gerginlik belirtileri gösteriyor: Cumhurbaşkanı Macron, hükümetin en tepesinde daha yeni değişiklikler yaptı ve Alman koalisyonunun istikrarıyla ilgili soru işaretleri olabilir.
İster yerel, ister ulusal, ister AB çapında olsun seçimler (ya da parçalanmış hükümetler) lobicilik, toplanma ve düpedüz tırmandırma siyaseti için her türlü fırsatı sunar ve Avrupa Parlamentosu önündeki şenlik ateşlerinde gördüğümüz şeyin en azından bir kısmı da kesinlikle bu.
Dahası, çiftçiler belki de AB‘nin tek başına en güçlü lobisi. Halihazırda iki ortak kaygıları var. Birincisi (Brüksel ve Paris protestolarının ana odağı), en azından bir kısmı AB’nin çevre gündemini yansıtan, giderek daha müdahaleci hale geldiğini düşündükleri AB bürokrasisi. Nitekim bu şikayetler, yakıt fiyatları ve (yine bazılarına göre) yeterli bir halk onayı olmaksızın dayatılan “yeşil” politikaların tüketicilere maliyetiyle ilgili birçok ülkedeki daha geniş çapta bir kamuoyu endişesiyle örtüşüyor.
Diğer endişeyse tek kelimeyle özetlenebilir: Ukrayna. AB’nin Ukrayna’ya yardımının bir kısmı, artık Rusya’ya ya da diğer ülkelere deniz yoluyla ihraç edilemeyen tahıl ve diğer tarım ürünlerini ithal etme biçimini aldı. Ancak AB’deki pek çok çiftçi bunu istenmeyen, haksız bir rekabet olarak görüyor. Geçen yıl Slovakya ve Polonya’da seçim meselesi haline gelen bu durum, Ukrayna’ya yapılmaya devam eden yardımın maliyetiyle birlikte hâlâ tartışmalı bir konu.
Bu durum bazı açılardan, Ukrayna’nın AB’ye katılma önerisinin gerçekleşmesi halinde ortaya çıkması muhtemel zorluklara dair bir uyarı. Ukrayna büyük bir ülke, yoksul bir ülke ve önemli bir tarım üreticisi. Bu durum zamanla AB içerisinde ciddi bir anlaşmazlık meselesi haline gelebilir.
Çiftçilerin halihazırda dile getirdiği şikayetlerin, AB’ye geçmişteki bu tür protestolardan daha fazla zarar verdiğini ya da çözümsüz olduğunu düşünmüyorum. Yeşil gündemin bir miktar yavaşlatılmasının yanı sıra Ukrayna’dan yapılan ithalatın tazmin edilmesi de sağlanabilir. Kiev’in gerçek anlamda AB’ye katılımı ayrı bir mesele fakat AB, geçen haftaki Brüksel zirvesinde yaptığı gibi Macaristan’ı Ukrayna’ya daha fazla mali yardım sağlamaya ikna edebilirse, Ukrayna tahılı meselesi ve AB’nin yeşil gündeminin çiftçiler üzerindeki etkisi de kesinlikle çözülebilir.
Diğer meselelerse AB genelinden ziyade ulusal nitelikte. Son haftalarda Alman çiftçilerin (nadir görülen) protestolarının fitilini, hükümetin dizel fiyatlarını artıracak hamlesi ateşledi. Alman çiftçiler AB’deki meslektaşlarının pek çok endişesini paylaşsa da bu anlaşmazlığın kökeni ulusaldı. Çözüm de burada yatıyor.
Radikal sağcı ya da popülist partilerin seçilmesi şeklinde de olsa, halk ayaklanmalarına dönüşebilecek AB çapındaki hoşnutsuzluklara gelince; tehlikeler yine abartılıyor gibi görünüyor. Hollanda ve Slovakya’da gerçekten de böyle olsa da Donald Tusk’un AB yanlısı Sivil Platformu’nun son seçimden birinci çıktığı Polonya’da tam tersi oldu. Slovakya’da halihazırda bir sağ-sol koalisyon hükümeti olduğunu, Hollanda’da ise henüz yeni bir hükümet kurulmadığını da belirtmek gerekir.
Almanya’da AfD’nin oyları her zaman yarattığı korkularla eşleşmiyor (geçen hafta sonu beklenmedik bir şekilde bir belediye başkanlığı seçimini kaybetti) ve aynı durum Fransa’daki Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i (eski adıyla Ulusal Cephe) için de geçerli. Ülkedeki seçimlerle, bazı seçmenlerin hoşnutsuzluklarını dile getirmede daha risksiz bir alan sunduğunu düşündüğü AB seçimleri arasında da bir ayrım yapılmalı.
Tüm bunlarla birlikte Avrupa Birliği, Rus istilasından bu yana geçen iki yıl boyunca Ukrayna’yla takdire şayan ve birçoklarına göre şaşırtıcı bir dayanışma sergiledi. Tahıl ithalatının yanı sıra askeri destekle ilgili de farklılıklar olsa da (Macaristan’ın her zamanki aykırı duruşuna rağmen) Rusya’nın ya da bir başkasının istismar edebileceği ciddi bir bölünme yaşanmadı. Almanya’nın Ukrayna’yı desteklemek için ekonomik üstünlüğünün büyük bir kısmını feda ettiği ve tüm ekonomisini yeniden uyumlandırarak Rus enerjisinden uzaklaştırdığı söylenebilir; çoğu ülke yüksek fiyatların acısını çekti. Fakat AB (belki de kısmen Birleşik Krallık’ın ayrılması nedeniyle?) gerilimleri atlattı.
Gelecek aylarda yapılacak ulusal ve AB çapındaki seçimler bu uyumun ne kadar sürdürülebileceğini ve sürdürüleceğini gösterecek. Ancak bugün çiftçilerin protestolarında geçmiştekilerden niteliksel olarak farklı bir şey ya da milliyetçi veya popülist hareketlere verilen destekteki herhangi bir artışın tüm Avrupa’yı kapsayan bir boyutu olduğu ihtimalini görmekte zorlanıyorum. En azından şimdilik. Avrupalıların hoşnutsuzluklarının pek çok ortak nedeni var ama aynı zamanda pek çok ulusal ve diğer türden farklılıkları da var, bu yüzden de birleşmeleri neredeyse hiç mümkün görünmüyor.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Büşra Ağaç
Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independen