1. Haberler
  2. Gündem
  3.   KESK Kocaeli şubeler platformu basın açıklaması yaparak KHK’ları protesto etti.

  KESK Kocaeli şubeler platformu basın açıklaması yaparak KHK’ları protesto etti.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Haber: Atilla YÜCEAK

 

KESK Kocaeli şubeler platformu dönem sözcüsü ve Tüm Bel Sen Kocaeli şube başkanı Güzide SAATÇİ basın açıklaması metnini okudu.

SAATÇİ şunları dile getirdi.

“OHAL ARTIK BU HAL:

8 YILDA BİR ŞEY DEĞİŞMEDİ.

Değerli Dostlar, hepimiz biliyoruz ki bu ülkenin tarihi bir yönüyle darbelerin, olağanüstü hal rejimlerinin tarihidir.

Bu topraklar birçok kez darbelere, darbe girişimlerine sahne oldu. Yıllarca sıkıyönetimle, olağanüstü halle yönetildi.

Darbelere, OHAL’lere, sıkıyönetimlere imza atanlar her seferinde çıkıp “ne yaptıysak ülkenin bekası için yaptık. Milli menfaatler için yaptık. Halkımızın çıkarları için yaptık” nutukları attılar.

Oysa tüm darbelerde, sıkıyönetimlerde, OHAL dönemlerinde ne ülkenin bekası ne de milli menfaatler korundu. Kaybeden hep işçiler, emekçiler, yoksul halk oldu. Kaybeden her dönem zaten cılız bırakılan demokrasimiz ve adalet oldu.

OHAL ilanlarının sonuncusu, 15 Temmuz 2016’da cemaatin darbe girişiminin ardından başladı. İktidarın gerekçesinin darbe girişimi olduğunu ilan ettiği son OHAL’in 2018’de sona erdiği açıklandı. Ancak o tarihten bu yana başta Anayasa olmak üzere, kanunlar ve temel hak ve özgürlükler askıya alınıyor ya da Kanun Hükmünde Kararnamelerle sınırlandırılıyor, hukukun üstünlüğü ilkesi yok sayılıyor.

15 Temmuz’la başlayan süreçte 32 OHAL KHK’sı dışında olağan kanun hükmünde kararname olarak yürürlüğe giren ve yargı denetiminin dışında bırakılan 698, 699, 700, 702 ve 703 sayılı kararnameler olmak üzere 5 kararname OHAL ilan edilip edilmemesinden bağımsız olarak 7145 ve 7333 sayılı yasalarla olağan hallerde de uygulanmak üzere yasallaştırıldı.

Konfederasyonumuz ilk günden itibaren daha önceki darbe süreçlerinden de yola çıkarak bu durumun OHAL uygulamaları ve bunun süreklileşmesi riskini görmüş ve 15 Temmuz’un hemen arkasından “Ne Askeri Darbe, Ne Sivil Darbe! Çözüm: Eşit-Özgür Demokratik Türkiye!” başlığıyla bir bildiri yayınlamış her fırsatta her tür darbeye karşı olduğunu ifade etmiştir.

Kurulduğumuz günden bu yana, tarikat cemaat ve benzeri örgütlerin devlet içerisinde yapılanmalarının ne derece tehlikeli sonuçlar doğuracağını her sendikal platformda dile getiren biz KESK’liler, elbette darbenin sonucunda emek örgütleri ve emekçilere hamle yaparak kendi otoriter rejimlerini tahkim etmek isteyenlere de teslim olmayacağız.

Darbe girişiminin üzerinden dokuz yıl geçmesine rağmen 15 Temmuz darbe girişiminin fırsata çevrilerek sivil darbe sürecinin derinleştirildiği bir süreçten geçiyoruz. AKP iktidarı, darbe girişimini vesile bilerek devletin tüm olanaklarını, baskı araçlarını muhalif kesimlerin topyekûn tasfiyesine kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. Bugün devletin AİHM kararlarına rağmen keyfi olarak muhalifleri cezaevinde alı koymasını, iktidarın suç işlerken, Anayasa’ya aykırı bir yönetim biçimini normalleştirme çabasının en önemli kilometre taşlarından biri KHK’ler ve ihraçlar sürecidir. KHK lerin yol açtığı adaletsizlik giderilmediği, devletin bu çerçevede işlediği suçların hesabı verilmediği sürece tek adam rejimi, her gün uluslararası hukuka, anayasaya meydan okuyarak, ülkeyi “ben istedim oldu” mantığıyla yönetmeyi sürdürecektir. AKP-MHP iktidarı fiili olarak OHAL rejimin devamını sağlayarak, bilindik otoriter uygulamalara devam etmektedir.

Anayasa mahkemesi hak ihlali kararlarına rağmen Milletvekilleri cezaevlerinde tutulmaya, kayyumlarla belediyelere el koyulmaya, medya kuruluşları kapatılmaya, basın emekçileri ve yazarlar cezaevlerine konulmaya devam etmektedir.

Sosyal medya platformlarını da içine alan basın yasaklarıyla haber alma özgürlüğü ve aynı zamanda toplumun düşünce ve ifade etme özgürlüğü engellenmektedir. 15 Temmuz süreciyle hız verilen güvenlik söylemiyle ülkede o günden bu yana demokrasi adeta rafa kaldırılmıştır. Bir yandan kutuplaşma ve düşmanlık politikalarıyla bir yandan savaş çığırtkanlığıyla bir yandan da kadın düşmanlığı ve nefret söylemiyle birleşen antidemokratik tutum ve beraberindeki ayrımcı söylemler artık farklı kimlikleri, Kürtleri, kadınları, mültecileri, genel anlamda tüm muhalifleri doğrudan hedefine almakta ve bu anlayış kimi zaman linç boyutuna ulaşmaktadır.

AKP/MHP iktidarı 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde OHAL kapsamında yayınladığı 672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kendisine muhalif olarak gördüğü tüm kamu emekçilerin hedef aldığını ilan etmiştir. 1 Eylül 2016 tarihinden başlayarak OHAL süreci boyunca 31 KHK ile sonrasında ise geçici 35 ve yüksek disiplin kurulu kararlarıyla 130 binden fazla kamu emekçisi kamu görevinden çıkarılmış, ihraç edilmiştir. Bunlardan 3249’u konfederasyonumuza bağlı sendikaların üyesidir. Bu süreçte yüzlerce arkadaşımız açığa alınmış, sürgün edilmiştir.

Kamu görevlilerinin kamudan ihraçlarının yanında, kendilerininki ile birlikte eş ve çocuklarının pasaportları iptal edilmiş, seyahat özgürlükleri engellenmiştir. İhraç edilenler, kamuya ait konutlardan, lojmanlardan 15 gün içinde tahliye edilmiş, ömürleri boyunca, kamu hizmetlerinde görev almaları engellenmiştir Bunun yanında 667 sayılı KHK’nın 10/1. maddesine göre de KHK kapsamında alınan kararlara ve yapılan işlemlere dair açılan davalarda yürütmenin durdurulması kararı da verilemeyecektir.

Hiçbir adil soruşturma olmadan, savunma hakkı verilmeden ve sadece OHAL süresince değil ömür boyu meslekten ve kamu kurumlarından ihraçla, yurttaşlık haklarının sınırlandırılması süreci kadar, kararnamelerin kabul edilişi de usule aykırıdır. Yine OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu aylar sonrasında kurulmuştur. Hükümete bağlı/bağımlı bu komisyonun mağduriyetleri ortadan kaldırmayı değil, içeride ve dışarıda yoğunlaşan tepkileri dindirmeyi, sürece yaymayı ve göstermelik bazı işlemlerle hukuksuzluğu meşrulaştırmayı amaçladığı bileşiminden ve çalışma tarzından anlaşılmıştır.

Siyasal iktidar, örgütlü yaşama , sendikal hak ve özgürlüklere KHK’ler yoluyla müdahale etmiştir. Sendikal faaliyetlerimiz açığa almaların, ihraçların, gözaltı ve tutuklamaların gerekçesi haline getirilmiştir. Gerek ihraçlarda ve gerekse de açığa almalarda herhangi bir hukuksal süreç işletilmemiş, siyasi iktidar keyfiyete dayalı ve kendi siyasal ajandası doğrultusunda çıkardığı KHK’lerle emekçileri, ailelerini ve milyonlarca insanımızı sosyal ölüme terk etmek istemiştir. Bu süreç kadın emekçiler açısından daha katmerli yaşanmış ve yeniden aileye toplumsal cinsiyete dayalı rollerine dönmek zorunda bırakılmış ve örgütlü yaşamdan ve ücretli emek sürecinden uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Ayrıca mahkemelerdeki iade kararlarına rağmen arkadaşlarımız güvenlik soruşturması ve yürütmeyi durdurma kararları ile göreve başlatılmamakta ya da geç başlatılmaktadır.

KESK üyesi hiçbir arkadaşımızın cemaatlerden herhangi biriyle yakından uzaktan ilişkisi olmadığı bilinmesine rağmen KHKlerle ihraç edilmesi de aslında OHAL’in olağanlaşmasının bir sonucudur.

KESK ÜYESİ EMEKÇİLER;

* Emek mücadelesini barış mücadelesiyle eş güdüm içerisinde yürüttükleri için ihraç edildiler.

* Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlerin cemaat ve tarikatlara devredilmesine olan itirazları nedeniyle ihraç edildiler.

* Sendikal, siyasal ve inanç kimlikleri üzerindeki uygulanan ayrımcılığa itiraz ettikleri için ihraç edildiler.

* Özelleştirme adı altında yandaşlara peşkeş çekilen kurumların satılmasına itiraz ettikleri için ihraç edildiler.

* Cemaat ve tarikat yurtlarında çocuklara dönük yaşanan şiddet, taciz ve tecavüzlere hayır dedikleri için ihraç edildiler.

*Cinsiyetçi politikalarla ataerkinin derinleştirilmesinin sonucu açığa çıkan kadına yönelik her türden şiddet ve kadın emeğinin görünmemesine itiraz ederek toplumsal cinsiyet eşitliğini savundukları için ihraç edildiler.

* Bilimsel, laik, parasız ve anadilinde kamusal hizmet talep ettikleri için ihraç edildiler.

* Kamuda dönüşüm politikaları ile kamu emekçilerinin güvencesizleştirilmesine itiraz ettikleri için ihraç edildiler.

* Özelleştirmelerle doğada ki kaynakların ranta açılmasına karşı çıkarak doğaya ve ekolojik yaşama sahip çıktıkları için ihraç edildiler.

 

KESK üye ve yöneticileri tek adam rejimine, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe, gericiliğe, yoksulluğa, doğanın talanına ve emek düşmanı politikalara karşı çıktığı için ihraç edilmişlerdir.

Bu saldırının ve kuşatmanın, emek ve demokrasi güçlerinin birlikte ve ortak mücadelesi ile mutlaka püskürtüleceğine inanıyoruz. İlk günden bu yana gerek dayanışma, gerek hukuk ve gerekse de fiili mücadele ile ihraç edilen arkadaşlarımızın görevlerine dönmesi için mücadele yürütüyoruz. Bundan sonra da bu hukuksuzluk son bulana, ülkede demokrasi, barış ve özgürlük tesis edilene kadar mücadelemizi yükselterek sürdüreceğiz.

MUTLAKA GERİ DÖNECEĞİZ! BİZ KAZANACAĞIZ!

KESK KOCAELİ ŞUBELER PLATFORMU” dedikten sonra konuşmasını sonlandırdı.

Haberi hazırlana esnasında basın açıklamasını duyan Kocaeli KHK’lılar Platformu sözcülerinden Dr. Arif YILMAZOĞLU gazetemize konuyla ilgili şu açıklamada bulundu:

Tarih yaprakları 1 Eylül 2016’yı gösteriyordu. 1 Eylül, hafızalara Dünya Barış günü olarak nakşedilmişti ta ki o güne kadar…50 bin kamu çalışanı, 1 Eylül 2016 tarihinde resmî gazetede yayınlanan 672 nolu KHK ile ekli listelerle ihraç edildiğini öğrendi. Cadı avının ikinci perdesi açılmıştı ! Binlerce öğretmen, doktor, hemşire, mühendis, akademisyen, gazeteci, asker, polis iktidarın bir kesimi “yaşayan ölülere dönüştürme” projesinin ikinci adımının önceden fişlenmiş kurbanları idi. Yeryüzü böyle bir kötülüğe çok az şahitlik yapmıştır. Anayasa’nın 129. maddesinde “… Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez” denilmesine rağmen, savunmaları bile alınmadan bir gecede resmî gazetedeki ekli listeler ile insanlar açlığa ve yokluğa mahkûm edildi. Bu insanlar yasada suç olarak belirtilen bir fiili işlediklerinden dolayı değil düşüncelerinden ve siyasi görüşlerinden ötürü ihraç edilmiş olup, açlığa ve yokluğa mahkûm edilmiştir. Ancak ilerleyen günler, cadı avının yeni kurbanları olduğunun da habercisiydi. Anayasa’ya aykırı olan KHK’lar ile kamudan ihraç edilen insan sayısı 300 bine ulaşmıştır.

Gelinen noktada Türkiye’de son 8 yılda 2 milyon 217 bin terör soruşturması açılmıştır. 23.427 akademisyen ya kadro hakkını kaybetti ya da ihraç edildi. 4.500 hâkim ve savcı ihraç edildi ve bunların 4.000’e yakını tutuklandı. 50.000’den fazla öğretmen, 15.000 asker, 32.000 polis ve daha on binlerce kamu ve özel sektör çalışanı ihraç edildi. Benzer şekilde 1598 dernek, 560 vakıf, 29 sendika, 33 televizyon, 34 radyo, 90 gazete ve dergi, 360 dershane, 1.604 okul, 847 öğrenci yurdu ve 15 üniversite hiçbir somut gerekçe gösterilmeden kanun ve hukuk tanımaz AKP iktidarının çıkardığı KHK’lar ile kapatıldı. Ülkedeki hukuksuzluklardan ve zulümlerden kaçmaya çalışanlardan yaklaşık 50 insan Yunanistan sınırındaki Meriç Nehri ile Ege Denizi sularında boğularak hayatını kaybetti.

Bu süreçte işkenceden adam kaçırmaya, tecavüzden mülkiyet gaspına, çocukları biyolojik anne babalarından koparmaktan hedef kitleyi toplumsal izolasyon yaratılarak yaşayan ölülere dönüştürmeye kadar toplam 153 çeşit insanlığa karşı suç işlenmiştir. İktidar tarafından uygulanan sivil ölümün sonucu olarak mağdurlar normal bir insan olarak yaşama haklarından bütünüyle mahrum edilmiş, adeta yaşayan ölülere dönüştürülmüştür. Hükümeti, algı ve propagandalarla ortalama vatandaşları kriminalize edip terörizmle suçlamıştır.

Korku ve baskı iklimi yaratılarak toplumun tüm muhalif kesimleri susturulmaya çalışılmıştır. Muhalif insanlar, vatan haini, din düşmanı ve benzeri daha birçok iktidar diskuru ile etiketlenerek susturulmaya ve yargı sopası ile korkutulmaya çalışılmıştır. Bu süreçte hukukun ırzına geçilmiş ve adaletin namusu iki paralık edilmiştir.Bu hukuk tanımamazlık öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki Uluslararası AF Örgütü’nün Türkiye Şubesi’nin kurucularından biri ve eski yönetim kurulu başkanı olan avukat ve insan hakları savunucusu Taner Kılıç ve daha birçok insan hakları savunucusu gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Medyayı da elinde tutan iktidar, ipini elinde tuttuğu medyası ile muhalif ve hak savunucusu insanları karalamaktan bir an geri durmamıştır.

 

26 Eylül 2023 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi kamuoyunda AİHM Yalçınkaya kararı olarak bilinen davayı karara bağlamıştır. Buna göre Türkiye’yi 3 maddeden (6, 7 ve 11. Madde) mahkûm etmiştir. İlgili AİHM kararında genel olarak ülkede bu davarlarla ilgili sistematik hak ihlallerinin yapıldığına, “adil yargılanma” ilkesinin, “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin ve “toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün” ihlal edildiğine hükmetmiş ve bu kararın emsal olduğunu ifade etmiştir. AİHM’in bu kararı, yaşanan hukuksuzlukların artık çuvala sığmadığının en net hukuki göstergesiydi.

Sözlerimi ümidin şairi olan Ahmed Arif’in dizeleri ile noktalamak isterim.

Saraylar saltanatlar çöker

kan susar birgün

zulüm biter.

Menekşeler de açılır üstümüzde

Leylaklar da güler.

Bu günlerden geriye,

bir yarına gidenler kalır

bir de yarınlar için direnenler…’’ dedikten sonra konuşmasını tamamladı.

  KESK Kocaeli şubeler platformu basın açıklaması yaparak KHK’ları protesto etti.
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin