Atilla YÜCEAK
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Kendin İçin Değil Ülken İçin Ne Yaptın?

Kendin İçin Değil Ülken İçin Ne Yaptın?

Yan Yana Gelmek” başlıklı yazısı, bugün toplumsal muhalefetin özellikle de sol sosyalist çevrelerinen temel açmazını yalın ama sert bir biçimde ortaya koyuyor.  

Advert
featured
service
1
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Advert

Sevgili öğretmenim,

Bedriye Yıldızeli’nin “Halka İnmek Değil,

Yan Yana Gelmek” başlıklı yazısı,

bugün toplumsal muhalefetin özellikle de sol sosyalist çevrelerinen temel açmazını yalın ama sert bir biçimde ortaya koyuyor.

 

Yazının gücü,

teorik bir tartışmadan çok sahada herkesin gördüğü ama çoğu zaman yüksek sesle söylemekten kaçındığı bir gerçeği işaret etmesinde yatıyor.

Bizlerin yaşadıklarıyla birleştiğinde ise bu metin artık bir tespit değil,

somut bir itiraz ve çağrı durumuna geliyor.

 

Yılların deneyimli sendikacısı Bedriye öğretmenimin anlattığı “Aynı park, aynı saat, aynı kadro” tablosu, ne yazık ki soyut bir betimleme değil.

 

Bu akşam TİP’in MESEM adı altında çocuk sömürüsüne karşı ve tutuklanan gençlerin serbest bırakılması talebiyle yaptığı basın açıklaması bunun en güncel ve en çarpıcı örneği.

Toplasanız yirmi kişinin olmadığı bir alanda, açılış konuşmasında “Değerli basın mensupları,

değerli Emek ve Demokrasi Platformu temsilcileri” diye hitap ediliyor.

Oysa ortada ne basın var (Benden başka) ne de Emek ve Demokrasi Platformundan tek bir temsilci.

Bu tablo,

yalnızca katılım düşüklüğünü değil;

Gerçeklikle bağın kopuşunu gösteriyor.

 

Bu kopuşun en ağır tarafı ise şurada ortaya çıkıyor:

Alanda gövdesini koyanlar neredeyse sadece yaşı yetmişlere dayanmış emekliler.

Onlar;

78’lerden, 80 öncesinden taşıdıkları bilgi birikimi ve mücadele hafızasıyla yine de sorumluluk hissediyor.

Ne var ki bu hafıza,

bugünün toplumsal gerçekliğiyle temas edemediğinde,

ister istemez kendi etrafında dönen bir dünyaya dönüşüyor.

 

Gençlik yok,

üniversiteliler yok,

MESEM’de sömürülen çocukların aileleri yok.

Bu, Bedriye başkanın dediği gibi “Halka inememek” değil;

Yan yana gelememek sorunudur,

Gerçek anlamda örgütsüzlük sorunudur.

 

Sezai Bayam öğretmenimizle yolda yaptığınız değerlendirme bu açıdan çok öğretici.

Basın açıklamasına birkaç adım mesafede,

TKP’li gençler stant açmış, bildiri dağıtıyor,

propaganda yapıyor.

Hepsi pırıl pırıl genç.

Hepsi alanda üzerine düşeni yapmaya çalışıyor.

Onlara “Neden basın açıklamasına katılmadınız?” diye sorduğumuz da verilen yanıt ise her şeyi özetliyor: “Haberimiz yoktu.” Aynı sokakta,

aynı saatte,

aynı dertlere dair iki ayrı eylem;

Ama birbirinden bihaber.

İşte örgütsüzlüğün, kopukluğun ve içe kapanmanın en sade fotoğrafı budur.

 

Burada sorun ideolojik farklılıklar değildir.

Elbette farklı siyasal perspektifler olacak;

Ülkenin nasıl yönetileceğine dair farklı düşünceler olacak. Asıl sorun,

bu farklılıkların ortak öncelikleri, yok sayması, boğması,

temasın önüne geçmesi.

 

Çocuk işçiliği,

tutuklu gençler,

yoksulluk,

güvencesizlik

Emperyalist güçlerin,

oligarşik işbirlikçilerinin Ortadoğu’daki kurmaya çalıştıkları yeni düzen;

Bunlar ortak değil mi?

Biz bu ortaklıkları kendi pratiğimizde yaşatamadıysak, bizden sonraki kuşaklardan ne bekliyoruz?

 

1980 darbesiyle üzerimizden silindir gibi geçildi.

Haziran Direnişi’nde toplumun her kesiminden insanların sokağa dökülmesi iktidarın bitmeyen en büyük korkusu oldu.

Bugün içeride tutulan insanlar, 10 yıl sonra açılan davalar da bu korkunun devamıdır. AKP MHP azınlık iktidarı,

korku imparatorluğunu kurdu; doğru.

Acı olan şu ki, biz de kendi içimizde bu korkuyu,

bu örgüsüzlüğü yeniden ürettik.

Birbirimizden çekinen,

birbirini yok sayan,

alanları ortaklaşmayan, paylaşamayan, EGO savaşlarına dönüştüren bir duruma geldik.

 

Ankara’da 74 kurumun katıldığı bir eyleme Kocaeli’den yalnızca 11 emeklinin gitmesi, bu tablonun başka bir örneği. Onca örgüt, sendika, parti var ama yönetim kurulları dahi bu eylemlere katılmıyor. Platformlar zorunluluktan kuruluyor,

sonra o birliktelik bile hazmedilemiyor.

Herkes bir tarafa çekiyor,

görünür olmaya,

bir yer tutmaya,

bir konum kapmaya çalışıyor; Ne var ki inandığı için mi, yoksa kendini konumlandırmak için mi orada olduğu sorusu giderek daha yakıcı bir duruma geliyor.

 

Bu yüzden sevgili başkanım Bedriye Yıldızeli’nin çağrısı çok önemlidir:

Sorun daha çok bağırmak değil,

daha çok düşünmektir.

Sorun halka inmek değil, halkla yan yana gelmektir.

 

Belki de gerçekten bir süre düşünmek gerekiyor.

Aynı parkta,

aynı saatlerde,

aynı metinleri okuyarak kendimizi tüketmek yerine; Kapı kapı dolaşmayı,

gençliğe ulaşmayı, birbirimizden haberdar olmayı yeniden öğrenmek gerekiyor.

Türkiye’nin toplumsal ve sosyolojik yapısının değiştiğini kabul ederek, “Bizden başkaları da var” demeyi hazmederek yol almak gerekiyor.

 

Örgütlenme samimiyet ister. Samimiyet ise önce kendimize sormayı gerektirir:

Biz gerçekten ne yapıyoruz, kiminle,

neden ve nasıl?

 

Bu sorulara dürüstçe yanıt vermeden atılan her adım, mücadeleyi büyütmez; sadece tekrar eder.

Mücadele, geçmişin anılarıyla değil, bugünün örgütlenmesi ile büyür.

Dokunmak, ancak yan yana gelmeyi göze aldığımızda mümkündür.

 

Şiir Sevdanın Militanıdır

Aşk Örgütlenmektir!

Kendin İçin Değil Ülken İçin Ne Yaptın?
+ - 1

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 18 Aralık 2025, 00:24

    Tamamen katılıyorum fikirlerinize.Yıllarca aynı şeyleri söylüyorum.Örgütlenme olmadan cılız basın açıklamaları çözüm olmuyor.Sorunun değil çözümün bir parçası olduğumuzda toplumsal değişimi sağlayabiliriz Kaleme aldığınız için teşekkürler Kanayan yaraya parmak bastınız

    Cevapla
Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin